KAYNAK: OSMANLI ARMASI / Kemal Özdemir / DÖNENCE BASIM VE YAY. HİZ.
Popüler Tarih Dergisi/ Kemal ÖZDEMIR / Ekim 2000 / Sayfa: 44-46
Yeryüzünde hiçbir armaya nasip olmayacak bir yaygınlığa ulaşan Osmanlı arması, halk tarafından beğenilmiş, sevilip benimsenmişti. Çünkü bu arma, Osmanlı insanının nabzını tutmayı başarmış, toplumun duygu ve özlemlerini yansıtmıştı…
Osmanlı arması, ‘imparatorluğun en uzun yüzyılı’nın son çeyreğinde tahta oturan II. Abdülhamid’in, Osmanlı devletini ‘düvel’i muazzama’nın üyesi yapma çabalarının görsel bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Avrupa monarşilerinin zengin görsel öğelerden oluşan armalarına Osmanlılar, tuğranın gizemli görüntüsü ile karşılık vermişlerdi. Tuğraların görünümündeki gizem ve büyünün çözümlenmesinin zorluğu, bir gösterge, bir simge olarak neyi anlattığının açıkça tanımlanamayışı, yeni armanın oluşturulma gerekçelerinden birini teşkil etmiştir. Uzun bir geçmişe sahip, belli hukuki kuralları olan, anlaşılması kolay simge ve şekillerden oluşan Batı armaları karşısında tuğralar, anlaşılması güç bir simge olarak kalmıştır. Bu durumda, Batılıların içindeki sembolleri kolaylıkla anlayabilecekleri yeni bir Osmanlı Arması meydana getirmek, zorunlu hale gelmişti.
MİLİTARİST GÖRÜNÜM
Tanzimat Madalyası ve Fransızların ‘Güneş Kral’ armalarından esinlendiği açıkça görülen Osmanlı Arması, Sultan II. Abdülhamit’in 17 Nisan 1882 tarihli emirleriyle son biçimini almıştır.
XVIII. yüzyılın sonunda askeri alanda yapılan yemliklere bağlı olarak meydana getirilen Osmanlı Arması çalışmalarının en karakteristik özelliği, militarist görünümlerin ağır basmasıydı. Aslında bunları, yenilenen ordunun imaj çalışmaları olarak görmek gerekir. Bu çalışmalar Osmanlı Arması’nı meydana getirirken yol gösterici işaret ve semboller olarak kabul edilmiştir. Askeri semboller oluşturulurken geçmişte kabul görmüş simgeler dikkate alınmıştır. II. Abdülhamid döneminde oluşturulan armada, devleti bütün unsurlarıyla yansıtmak düşüncesi öne çıkmıştır.
Osmanlı Arması çok sayıda simge ve şekillerle hazırlanmıştır. Zengin ve muhteşem bir görünümdedir. Büyüklük, güç ve azamet, armanın uyandırdığı ilk duygulardır. Bu etkiyi sağlayan en önemli etmen, kuvvetle hissedilen militarist eğilimin yanı sıra, devletin Batı’ya dönük yeni çehresini ortaya koyan diğer sembol ve işaretleri taşıyor olmasıdır.
BATILI DEVLETLERE MESAJ
Batılı devletlere verilmek istenen ilk mesaj, güçlü ve geleneksel bir orduya sahip olan, büyük bir devlet imajıdır. Bu etkiyi sağlamak Osmanlı Arması’ndan beklenen ana amaçtır. Batılı devletleri etkilemek için izlenen yol, militarist yapıyı öne çıkartmakla birlikte, Osmanlı devletinin temellerini oluşturan kaynağa, yani orduya duyulan saygı da vurgulanmaktadır.
Osmanlı Arması’na son şekli verilirken Sultan II. Abdülhamid’in yönlendirici fikirlerinin alındığı, tartışma götürmez bir gerçektir. Büyük olasılıkla Abdülhamit, saray ve darphanedeki sanatkarlara yeni arma hazırlanması hususunda emirlerini beyan etmiş, çizilen formlar içinden, en çok beğendiğine onay vermiştir. Armada ne gibi sembol ve şekillerin yer alması gerektiğini sanatçılara belirtmiş olmalıdır. İmaj çalışmalarında muhataplara aktarılmak istenen düşünceler, daha başlangıçta temellendirilmiştir.
BİR “SÜSLEME” ELEMANI
Yaygın olarak her alanda kullanılması, Osmanlı Arması’nın çoğu kez bir ’süsleme elemanı’ olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Halbuki simgeler hiç bir zaman sadece birer işaret veya şekil olarak kabul edilmezler. Çünkü işaret ve semboller iki farklı konuşma evrenine sahiptir. İşaret, fizik varlık dünyasının bir parçası, sembol ise insanın anlam dünyasının bir parçasıdır. İşaretler birer iş görücü, semboller, dolayısıyla arma dile getirici, gösterici elemanlardır. Armanın formu, anlamı anlatabilmenin bir koşuludur. İşaretler ise sadece nesneleri gösterir ve onları temsil eder. Tek bir anlam taşıyan birkaç sembol bir araya gelip daha güçlü bir anlam oluştururlar.
Osmanlı Arması’nda çok sayıda silahın bir arada görülme nedeni, devletin askeri gücünün özellikle vurgulanmak istenmesidir. Basit bir gösterge olarak, silah orduyu, askerliği çağrıştırmaktadır. Çok sayıda silahın armada görünmesi, güçlü ve kabiliyeti yüksek bir askeri gücü temsil eder.
GEÇMİŞ ZAFERLERE GÖNDERME
Yenilgi ve toprak kayıplarıyla karşı karşıya kalan Osmanlı devleti, geçmişin zaferlerle dolu günlerine gönderme yapmak düşüncesiyle armasına olabildiğince silah konulmasını istemiştir.
Osmanlı Arması’nda 37 adet sembol, şekil ve obje bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu yüzyıllardır toplumun belleğinde yer eden, günlük yaşamda bir arada bulunan sembollerdir. Osmanlı kimliğinin armaya olabildiğince yansıdığını söylemek mümkündür. Osmanlı toplumunda benimsenip, yaygınlaşması bunun en büyük delilidir. Osmanlı Arması yeryüzünde hiçbir armaya nasip olmayacak bir yaygınlığa ulaşmıştır. Halk tarafından beğenilmiş, sevilip benimsenmiştir. Çünkü Osmanlı insanı, kendi kimliğine has sembollerin armada yer aldığını görmüştür. Arma, Osmanlı insanının nabzını tutmayı başarmış, toplumun kimliğini, duygu ve özlemlerini isabetle değerlendirmiştir.
OSMANLI ARMASININ DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Osmanlıların ilk devlet arması, sultanların nişan ve alameti olan tuğralardı. Osmanlı bayrak ve sancaklarında yer alan tek ve üç hilâl sembolü ile tuğralar dışında devleti temsil eden herhangi bir alamet bulunmuyordu.
Ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak bilinmeyen, ancak Sultan II. Bayezid döneminden başlayarak kullanıldığı tahmin edilen Yeniçeri orta nişanlarını Osmanlıdaki en yaygın arma grubu olarak kabul etmek gerekmektedir. Batıda sadece krallar, şövalyeler, asilzadeler ve zengin ailelerce kullanılan armalar Osmanlı'da sultan, kapıkulu ocakları ve tarikatlerce kullanılıyordu.
Yeniçeri orta nişanlarının Osmanlı Arması'nın doğuşunu etkilediğini söylemek güçtür. Ancak orta nişanlarındaki silahların Osmanlı Arması'nda farklı şekillerde kullanıldığı görülmektedir. Yeniçeri orta nişanlarında görülen kılıç (Hz. Ali ile özdeşleşen zülfikar), ağızdan dolma top, sancaklar, çapa, teber, tüfek, ok ve yay, mızrak, topuz gibi orduda kullanılan silahlar Osmanlı Arması'nda da yerlerini korumuşlardır
Osmanlı Arması'nda silahların toplu olarak yer almasının ana nedeni, güçlü Osmanlı ordusunun bütün unsurları ile yansıtılması kaygısıdır. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yenileşme hareketlerini Osmanlı Arması'nın doğuş nedenlerinden biri olarak kabul etmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti'nde yenileşme düşüncelerinin temeli 18. yüzyılın başına kadar gitmektedir! Tarihçiler, Osmanlı Devleti'nin yükseliş döneminin 16. yüzyıl sonuna kadar devam ettiği noktasında görüş birliği içindedir. 17. yüzyılda Köprülülerin sadaretleri sırasında toparlanmaya çalışan Devlet, II. Viyana Kuşatması'nın başarısız kalması sonunda ve 1699'daki Karlofça barış antlaşmasının ertesinde Avrupa'dan dönüş yolculuğuna başlamıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Venedik'e Mora ve Dalmaçya'yı; Avusturya'ya Macaristan ve Transilvanya'yı bırakmak zorunda kalmıştır. Osmanlının Avrupa'daki ilk büyük toprak kaybı, halk ve devlet kademelerinde derin bir üzüntü yaratmıştı. Batılı ülkelerin askeri ve teknik alandaki üstünlükleri açıkça kabul edilmeye başlanmıştı.
Osmanlı, 1718 yılında yapılan Pasarofça antlaşması ile Macaristan'daki son toprakları Banat ve Tamaşvar'ı, Belgrad'ı, Sırbistan'daki bazı kaleleri Osmanlı Arması Avusturya İmparatorluğu'na bırakmak zorunda kalıyordu. Yine 18. yüzyılın sonuna doğru devletin başını çok ağrıtacak önemli bir sorun daha ortaya çıkıyordu: Balkanlarda ulusçuluk akımları.
Batıyı titreten "Yenilmez Türk" artık eser kalmamıştı. Osmanlıların idari, teknik, ekonomik açıdan güçlü yapısı, bir zamanlar askeri kuruluşunu batılıların örnek aldığı disiplinli ordusu çöküntü halinde idi. Çağının askeri yeniliklerini takip eden, benimseyip geliştiren Osmanlı, 18. yüzyılın başında Avrupa'dan örnek almak zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştı. Avrupa'nın teknik üstünlüğünü ancak üst üste aldığı yenilgilerden sonra anlayabilmiş topraklarını koruyabilmenin tek çaresini orduda yapılacak askeri reformlar olarak görmeye başlamıştı. Yeniliklerin teknik açıdan desteklenmesi ise kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Osmanlı Devleti'nin kuzeydeki komşusu Rusya, Çar I. Petro ile reforma kalkışmış ve güçlenmişti. Avusturya kazandığı topraklarla büyük bir imparatorluk kurma yolunda ilerliyordu. Kanuni döneminden beri iyi ilişkiler kurduğu, kendilerine tanınan kapitülâsyonlardan yararlanarak sürekli ticari ilişkide bulunduğu Fransa, İngiltere ve Hollanda ile dostluklarını sürdürüyodu. Bu ülkelerin, Rusya ve Avusturya'daki gelişmelerden kaygı duyarak Osmanlı Devleti1 ne yardım etmeleri kendi çıkarlarına uygun düşüyordu.
Batı ile yenileşme adına kurulan ilk ilişkiler Sultan III. Ahmed'in saltanat yıllarına rastlamaktadır (1718-1730). Yenileşme çabalarını başlatmak zorunda kalan III. Ahmet ve Sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa bir sefahat çağına da damgalarını basacaklardır. Lâle Devri olarak adlandırılan bu yıllarda öncelikle Avrupa'daki gelişmeler üzerine bilgi sahibi olmak amacıyla bazı ülkelere elçiler gönderilmişti. Bu elçiler gittikleri ülkelerin politik gelişmelerini izlemek, askeri ve teknik yenilikler üzerine raporlar hazırlamak görevini yerine getirmeye çalıştılar. Fransa'ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi ve yanındaki oğlu Said Çelebi Paris'ten dönüşlerinin ardından bir matbaa kurulması çalışmalarını başlattılar. Sadrazam Nevşehirli. İbrahim Paşa'nın destekleriyle, bir süredir baskı hazırlıkları yapan Macar dönmesi İbrahim Müteferrika'nm teknik başkanlığında 1727'de dini kitap basmamak kaydı ile ilk Türk matbaasını kurdular.
Matbaanın kuruluş ya da Sultan III. Ahmed'i ikna çalışmalarının çok uzun sürdüğü görülmektedir. İbrahim Müteferrika, Matbaada dil, tarih, coğrafya, tabii bilimler ve askerlik konularında 17 kitap yayınlamaya muvaffak oldu.
Bu yıllar baskın olarak Fransız etkisinin görülmeye başlandığı yıllar olmuştur. Osmanlı sarayına ilk askeri danışman bu dönemde gelmiştir®.
Darü't-tıbıaatü'l-mamure adıyla açılan ve yaygın olarak Müteferrika Matbaası olarak tanınan matbaanın açılışından önce haritacılıkla uğraştığı anlaşılan İbrahim Müteferrika, 1720 yılında şimşir ağacına oyarak hazırladığı bir harita klişesinden yaptığı baskıyı, Sadrazam İbrahim Paşa'ya sunmuştu. Haritanın sağ alt köşesinde "Benim Devletlu Efendim eğer fermanınız olursa daha büyükleri yapılır, sene 1132 (1720)" notu bulunmaktadır.
Armanın batılı üslupta yapılan ilk çalışması da bu harita üzerindedir. Daha sonraki yıllarda da haritalar yapacak olan İbrahim Miiteferrika'yı batı tarzı arma oluşturmaya çalışan ilk Osmanlı olarak kabul edebiliriz. 19x43 cm. boyutlarındaki Marmara Haritası, İstanbul Boğazı'ndan Çanakkale Boğazı'na kadar bütün Marmara Denizi ve kıyılarını kapsamaktadır. Sol üst köşede, haritanın altıda birini kaplayacak büyüklükte bir arma çizilmiştir. Armanın görünümü batılı örneklerini anımsatır yapıdadır. Üzerine yukarıya doğru bakan bir hilâl çizili arma kalkanının çevresinde, mızraklar, flamalar, irili ufaklı toplar, bunların altında ok ve yay, zurna görülmektedir. Arma kalkanının etrafında 12 adet top namlusunun belirgin bir şekilde çizilmesi, o yıllarda humbaracı ocağındaki yenileşme çalışmalarının armaya yansıması olarak düşünülebilir. Bu görünümü ile humbaracı ocağına özgü bir armaya daha çok benzemektedir.
Marmara Haritası belki de humbaracı ocağında yapılan eğitim sırasında kullanılmak üzere hazırlanmıştı. Arma, haritaya bir süs olarak da konulmuş olabilir. 17 ve 18. yüzyıllarda Avrupada yapılan bölge haritalarına, hatta kent planlarına kartuşlar içinde takdim ve künye yazılır, armalar konurdu. Müte- ferrika'nın Marmara Haritası'na çizdiği arma, batılı örneklerine uygundur ve aynı amaçla yapılmış gözüküyor.
İbrahim Müteferrika'nın Marmara haritası
Yine bu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu üzerine Avrupa'da yayınlanan kitapların ciltlerinde, takdim sayfalarında Osmanlıyı sembolize eden resimler, çeşitli işaretler yapılıyordu. Bu resimler genellikle Osmanlıların askeri yönlerini öne çıkaracak içerikte hazırlanıyor, silahlar, tuğlar, doğulu tarzda giyinen kişi ve cengaverler resmediliyordu. Bunun yanı sıra Osmanlının İslam devleti olduğunu belli eden hilâl kullanılıyor, bazen de bu hilâle çok şualı bir yıldız ilave ediliyordu. 18. yüzyıla ait batılı gözü ile yapılmış panoramik bir İstanbul gravüründeki isim kuşağında Osmanlıyı sembolize eden, silah ve sancaklardan oluşan bir arma görülmektedir. Bu resimlerin Osmanlıyı temsil eden şekillerin oluşmasında esin kaynağı oluşturduğu açıktır. Örnekler batının Osmanlıyı nasıl gördüğünün de aynası olmuştur. Onların gözünde ve aklında oluşan imaj militarist bir Osmanlı Devletidir.
Marmara Haritası'na çizilen armayı bu açıdan da değerlendirmek gerekir. Haritanın altıda birini kapsayan bir armanın oluşturulması dikkati çekmektedir. Müteferrika'nın batılıların anlayacağı tarzda bir Osmanlı armasını yapmak istediği akla gelmektedir.
Ancak bu armanın ilgililerce kabul görmediği, daha sonra basılan Karadeniz, İran ve Mısır haritalarında yer almamasından anlaşılıyor.
1730 yılında Patrona İsyanı ile tahtını yitiren III. Ahmed’in yerine Sultan I. Mahmud (1730-1754) Osmanlı sultanı olmuştu. İbrahim müteferrika, matbaasının 9. kitabı olarak bastığı Usulü’l-Hikem fi Nizamü-l- Ümem adlı eserini 1732’de basıp I. Mshmud’a bir ıslahat projesi olarak sunmuştu. Osmanlı’nın Avrupalılaşma hareketinin beyannamesi olarak kabul edilebilecek eserinde, Müteferrika, iki önemli konu üzerine dikkat çekiyordu: Coğrafyanın önemi, batılı askeri taktikler ve kuruluşlar. Kitap açıkça Avrupa’nın askeri gücünün Osmanlı’dan kat kat üstün olduğunu belirtiyor; ordunun bir an önce ıslahatı için adeta yol gösteriyordu. Nizam-ı Cedid tanımı da ilk kez bu kitapta yer alıyordu.
I. Mahmud ve III. Mustafa dönemlerinde, Humbaracı ve topçu ocaklarının ıslahına ve batılı usullere göre kuruluşuna girişildi. Bu girişimlerde Fransız asıllı uzmanlardan yararlanıldı. Bunlardan en tanınmışı, Müslümanlığı kabul edip Ahmet adını alan ve 1731’de Humbaracı ocağının ıslahatına başlayan Comte de Bonneval’dır. Buna bağlı olarak 1734’de Üsküdar’da 300 kişinin eğitim göreceği matematik ve fen bilimlerinin öğretildiği Hendesehane açıldı. Ancak bu okul, ulema ve yeniçeri ocağının baskısıyla kapanmıştır. Osmanlı ordusunda yapılacak yeniliklere yol göstermek amacıyla Baron de Tott başkanlığında bir Fransız heyeti İstanbul’a geldi. 1773’de Mühendishane adıyla kurduğu okul, uzun yıllar Osmanlı Topçu Harbiyesi olarak hizmet verecekti. Bu sırada Osmanlı-Rus savaşı, bütün hızıyla devam ediyordu. Osmanlı’nın yenilgisi sonunda 1774’te Küçük Kaynarca antlaşması yapılmış, toprak kayıpları askeri yenileşme isteklerine yeni bir hız kazandırmıştı. 1774'de Baron de Tott topçu ocağında sürat topçuları ocağını kurdu. Bu kurum Fransız uzmanların 1781'de ülkelerine dönüşleri nedeniyle gelişimini sürdürememiştir.
I. Abdülhamid'den sonra 1789’da tahta geçen III. Selim döneminde Osmanlı Devleti'nde yenileşme hareketleri hız kazanmıştır. Babası III. Mustafa'nın etkisi ile Osmanlının kurtuluşunu batı kurumlarının ülkede yerleşmesinde gören III. Selim'in şehzadeliği sırasında Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaştığı, devlet sorunları üzerine fikir alış-verişinde bulunduğu biliniyordu. Şehzadeliği sırasında kendi yapacağı yenilikleri tasarlamış ve artık uygulama olanağına kavuşmuştu. Saltanatının ilk yıllarında Kırım nedeniyle Rusya ve Avusturya ile sürmekte olan savaşa 1792 yılında yapılan bir antlaşma ile son verdi. Artık yenileşme çalışmalarına hız verebilirdi. Yirmiye yakın devlet adamından istediği devletin yürütülmesi hakkındaki layihaların hemen hepsi Osmanlı ordusunda bir ıslahat yapılması gereğini dile getiriyordu.
Bu çalışmalar sonucunda Nizam-ı Cedid adıyla yeni bir ordu kurdu (1792). Bu yeni ordu İstanbul'dan uzakta, gözlerden uzak Levent Çiftliği kışlasında talime başladı. Daha sonra Üsküdar'da Selimiye Kışlası devreye girdi. 1806'da Nizam-ı Cedid ocağı 25.000 kişilik düzenli bir ordu haline gelmişti. Topçu ocağındaki ıslahat devam etti. Yine onun döneminde Avrupa'nın başlıca merkezlerinde daimi elçilikler açılmıştır. Daha önceleri Osmanlı sultanları gerekli gördüğü zamanlarda elçi gönderiyordu. Bu gelenek Osmanlı'nın batıdaki askeri ve siyasi gelişimleri yeterince takip edememesi sakıncasını doğurmuştur.
Osmanlı armasına benzeyen ve genellikle arma üzerindeki askeri sembol ve silahların benzerlerinin bulunduğu ilk örnekler III. Selim dönemine tarih- lenmektedir. Bu çalışmalardan bazıları Müteferrika Matbaasını yeniden faaliyete geçiren Beylikçi Raşid Efendi tarafından basılan üç kitapta görülmektedir. Askeri konuları içermesi ve yayınlanış tarihleri, eserlerin Nizam-ı Cedid ordusundaki eğitim subayları için hazırlandığını göstermektedir.
Osmanlı Arması'nın primitif denilebilecek örneklerinin rastlandığı ilk kitap Fenn-i Harp adı ile 1207 (1792/1793) tarihinde basılmıştır. Belidor'un bu kitabını Konstantin İpsilanti Fransızcadan çevirmiştir^. Fenn-i Harb'in başlangıç sayfasında armayı andıran bir şekil yer almaktadır. Üzeri çiçekli bir kalkanın etrafında sancak, mızrak, ağızdan dolma top, tüfek, yay ve sadak, kürek ve kazma şekilleri resmedilmiştir.
Kazma ve kürek resmi dışında kalan silahların tamamı daha sonraki armalarda da yer alacaktır. İkinci kitap Sebastien Le Prestre de Vauban'ın Fenn-i Lağım adlı eseridir. Yine Konstantin İspilanti tarafından çevrilmiş, 1208 (1793) tarihinde bastırılmıştır. Kitapta yer alan 11 resim ve şekil Kapril ve îstefan adlı Ermeni ustaların elinden çıkmıştır®. Çerçeve içindeki çeşitli teknik şekillerden oluşan sayfaların üstünde bulunan yarım dairelere silahlardan oluşturulmuş basit armalar yapılmıştır.
Üçüncü kitap yine Sebastien Le Prestere de Vauban'dan Konstantin İpsi- lanti'nin çevirdiği Fenn-i Muhasara adlı eserdir. 1794 tarihinde basılan kitapta yer alan resimlerin üst yanında armaya benzer çizimler bulunmaktadır.
Her üç kitabın çevirilerinin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde yer alması, kitapların basılmadan önce III. Selim tarafından gözden geçirildiği fikrini vermektedir. Nizam-ı Cedid askerlerinin eğitiminde kullanılan kitapların baskıdan önce şekil ve resimleriyle birlikte Üçüncü Selim'e onaylatıldığı görülüyor.
Nizam-ı Cedid hareketinin eğitim temellerinden biri olarak 1795'de Has- köy'de Mühendishane-i Berri-i Hümayun kuruldu. Okula bir matbaanın gerekli olduğu görülerek Raşid Efendi'nin matbaası devlet tarafından satın alınıp Mühendishane'ye taşındı. Aynı adla anılan matbaada basılan eserlerden biri de John Bonnycastle'm Usul-i Hendese adlı kitabıdır. Kitabın basılış tarihi belli olmamakla birlikte 1897-1798 yılarına ait olduğu tahmin edilmektedir.
Kitabın ilk sayfasında Osmanlı armasının primitif örneklerinden biri yer almaktadır. Simetrik bir düzende hazırlanan bu armada, üzeri ayyıldızlı bir alemin sağ ve sol yanında 4 sancak, namlusuna süngü takılmış iki tüfek, iki adet zurna, iki adet top ve alt ortada bir trampet (davul) yer almaktadır.
Yukarıda adı geçen dört kitabın resimlerini yapan iki Ermeni ustanın çizimlerinin Osmanlı armasına bir katkı yaptığı söylenemez. Bu çizimleri askeri konularda yazılmış kitaplarda doğal olarak bulunması gereken resimlemeler olarak da değerlendirmek mümkündür. Ancak, orduyu temsil eden silah ve sembollerin daha sonraki çeşitli armalarda yer alması, ordunun göstergelerinde başlangıçtan itibaren bir mutabakatın oluştuğunu gösteriyor. Bu tür armaları yeni Osmanlı ordusunun kurumsal kimliğinin bir yansıması olarak da kabul etmek mümkündür.
Bir Osmanlı arması meydana getirme düşüncesinin ilk ciddi örneği, Sultan III. Selim için 1213 (1798-1799) tarihinde İngiliz bir hakkaka yaptırtılan Mühr-i Hümayun'dur. III. Selim'in armalı mührü, benzerlerine göre daha büyüktür (ebadı: 4.9X5.7 cm.)(11). Oval şekilli Mühr-i Hümayun üzerindeki armada sağ ve sol yanda meşe dallarına benzeyen bitkisel bir motif, en üstte batılı ülkelerde kraliyet arması olarak kabul edilen taç, taçın hemen altında hilâl ve altı köşeli yıldız bulunmaktadır. Ortada arma kalkanı olarak adlandırabileceğimiz daire içinde Sultan III. Selim'in tuğrası ve bu kalkanın etrafında tuğ, sancak, teber, mızrak, ok ve yay, sadak, zurna (boru) trampet (davul) gibi sembol ve silahlar yer alır.
Arma kalkanı etrafında yer alan bu şekillerin tamamı Osmanlının militarist karakterini ve ordusunu temsil etmektedir. Bu görünümü ile son dönem armasının şekillendirilmesinde ve yansıttığı imajda etkilerinin olduğu açıktır. Mühr-i Hümayun'un alt ortasına 1213 (1798-1799) tarihi kazılmıştır. Mühür, III. Selim'in tahta çıkışından 9 yıl sonrasının tarihini taşımaktadır. Sultanların kullandıkları Mühr-i Hümayunlar genellikle tahta geçişin hemen ertesinde hazırlanırdı. Bu kez tahta çıkıştan 9 yıl sonra yapılmış, hiç bir Osmanlı sultanının mühründe görülmeyen şekilde hazırlanmış bir öncü örnekle karşı karşıyayız. Mührün yapıldığı yılların siyasi görünümü şöyledir: Fransa Mısır'ı işgal etmiş, bu nedenle Osmanlı Devleti Fransa'ya savaş açmıştır. Aynı günlerde Fransa'ya karşı Rusya ve İngiltere ile ittifak sağlanmıştı. Fransızlarla sıkı ilişkilerinin olduğu bilinen III. Selim'in bu ilişkiler esnasında mektuplaştığı XVI. Louis'nin kullandığı "güneş kralları arması"nın bir benzerini yaptırmak istediği anlaşılmaktadır. Fransızlarla arasının bozuk olmasından dolayı Mühr-i Hümayun'unu müttefik İngiltere'nin 'İstanbul elçisi aracılığıyla Londra'daki bir hakkaka yaptırmak zorunda kaldığı anlaşılıyor.
Fransız etkilerinin görüldüğü armalı mührün yapılış nedeni Nizam-ı Cedid Ordusu'nun kuruluşu ile bağlantılı görülmektedir. Bu ordunun, yeni bir imaja, dolayısıyle yeni bir sembole ihtiyacı bulunuyordu. Yeni ordunun tanıtımı için yepyeni görsel çalışmalar yapıldığı muhakkaktır. Giyim, donanım ve yeni sembol arayışı armayı ortaya çıkarmıştır.
Türk bayrağında ay-yıldızm biraraya gelişi de bu yıllara rastlamaktadır. Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki tarihi bulunmayan bir belgeden ay-yıldızm III. Selim döneminde bir devlet sembolü olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Tophane ve top arabacıları nazırı Reşid Mustafa Efendi, takririnde, sürat toplarının ıslahının gerektiğini belirterek, Avusturya, İngiltere ve Fransız toplarının daha hafif olduklarını söylemiş, bizdeki topların daha hafif dökülmesi gerektiğine işaret etmiştir. Takrir sadrazama takdim edilmiş, o da bir derkenar yazarak Sultana sunmuştur. III. Selim takririn bir köşesine şu notu düşmüştür: "Benim vezirim, takdir mucibince Fransakari misüllü isağa oluna (döktürüle) ve üzerlerine tuğradan ma'da ağzına karip mahalle hilâl şekli ile bir yıldız resmoluna. Arabaları dahi mukaddem verdiğimiz nizam gibi resimli ve rengi gayet intizamlı olsun. Ve ohra ile boyansm ve topların eğesi gayet ince olup, cilaları altın gibi parlasın)." Üzerinde tarih bulunmayan belgenin tarihinin ay-yıldızlı Mühr-i Hümayun'a yakın olduğunu tahmin etmek güç değil.
Yine III. Selim tarafından 1801 tarihinde çıkarılan Vaka-i Mısriye madalyasının bir yüzünde tuğra diğer yüzünde Ay-yıldız bulunmaktadır. Sultan III. Selim'in Konstantin Kapıdağlı tarafından yapılan, 1218 (1803/1804) tarihini taşıyan resminde sağ üst köşedeki çerçeve üzerinde bir arma yer almaktadır. Bu armada bir taçın üzerinde yukarı doğru bakan bir ay bulunmaktadır. Bu çerçevenin içinde Sultan III. Selim'in tuğrası yanısıra hilâl ve 7 köşeli bir yıldız da yer alır.
Ayyıldızın Devletin sembolü olarak III. Selim döneminde resmen kullanıldığı anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin alameti olarak kabul edilen ay-yıl- dızın, yıldızları çok şualı görünümde, Sultan III. Mustafanm saltanatının son yıllarından itibaren (1772-1774), Baron de Tott nezaretinde dökülen topların üzerinde kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Bu gelenek Sultan I. Abdül- hamid döneminde de (1774-1789) sürdürülmüştür^. Ancak ayyıldız gerçek anlamda Sultan III. Selim döneminde sembol olmuş ve sancaklar üzerine konulmaya başlanmıştır. Yeni kurulan Nizam-ı Cedid Ordusu ile Kapukulu askerlerinin (yeniçeri vd.) sancakları arasında bir farklılığın olması arzu edilmiş görünüyor.
Uzun zamandan beri Batı, Osmanlı Devleti'nin sembolü olarak hilâl, tuğra ve hilâl-çok şualı yıldız sembollerini tanımakta ve kullanmaktaydı.Sultan III. Selim'in Mühr-i Hümayun'unda Osmanlı Devleti'ni sembolize eden şekillerin biraraya geldiği görülmektedir. Avrupai görünümde resmedilmiş tacın dışında hiç bir şekil ve sembol Osmanlıya yabancı değildir.
III. Selim'in mührü yapan ustaya armada bulunması lazım gelen şekil ve semboller hakkında bilgi ulaştırdığı kesindir. Armada yer alan tepesi aylı iki tuğ bunun açık bir işaretidir. Ay ve yıldızın birarada tacın hemen altında yer alması da bu kanıyı destekleyen bir diğer belirtidir. Armada önemli bir yeni lik farkedilmektedir. Osmanlı Devleti'nin sultanına mahsus Nişan-ı Şerif-i Ali- şan birden bire yeni sembollerle birarada kullanılmaya başlanmıştır.
III. Selim1 i temsil eden taç, Devleti ve III. Selim'i temsil eden tuğra ile İmparatorluğun yeni sembolü ay-yıldız biraradadır. Bu anlayış Sultan II. Abdül- hamid döneminin Osmanlı Arması'na da yansayacaktır. Tuğra tek başına devletin sembolü olarak yetersiz görülmeye başlanmıştır. Eski düzenin sembolü olarak görülen tuğra yerine, Nizam-ı Cedid yani "Yeni Düzen" adı verilen bu dönemi temsil edecek yepyeni görüntülere ihtiyaç duyulması ile üç sembolün birlikte yer aldığı bir arma yaratılmıştır. Nizam-ı Cedid, iflas etmiş geleneksel yapının, daha doğrusu kendini artık çağın gereklerine uyduramayan düzenin değiştirilmesi zorunluluğu düşüncesinin ürünüdür. Osmanlı ülkesine bütün yenilikler saray kapısından geçerek girmiş, bir piramit düzeniyle tabana doğru yayılmıştır. Osmanlı'ya yeni bir sembol, yeni bir arma gerekiyorsa buna önayak olacak makam elbette ki saraydır. III. Selim'in armalı mührü tamamen bu düşünce ve çalışmanın sonucudur. İbrahim Müte- ferrika'nın yapmaya çalıştığı armanın kabul görüp kullanılmama nedeni de budur.
Yukarıdaki bilgilerin ışığında batılıların anlayacağı görünümde bir arma oluşturma çalışmalarının Nizam-ı Cedid ile bağlantılı olduğu ve 1798 yılına tarihlendiği görülüyor.
Osmanlı Arması'nm görüntüsüne etki edecek olan sanatkârane biçimde yapılmış bir başka örnek de Üsküdar Matbaası adı ile tanınan ve 1803'te açılan Darü't-tıba'tü'l-Cedidetü'l-Ma'mure'de basılan Cedid Atlas tercümesinin takdim sayfasında bulunmaktadır. Mühendishane Matbaası'nın bir devamı olan Üsküdar Matbaası, Mühendishane'de kullanılacak kitapların basımını yapacaktır. Prestij yayını olarak sadece 50 adet basılan, Mahmud Raif Efendi tarafından yayma hazırlanan İcaletü'l Coğrafiye - Cedid Atlas Tercümesi adlı 26 haritalı bu atlasın tanıtım sayfası Fransız ressamların elinden çıkmış ve "Recueil des Portrait des Empereurs Ottomans adlı albümün tanıtım sayfasından kopya edilmiştir. Osmanlı Armasına kaynak sayılması gereken bu güzel çizimde armaya benzer dört ayrı şekil bulunmaktadır. Çerçevenin hemen üst bölümünde bulutlarda bir kartal resmedilmiştir. Kartalın başının üzerinde bir çelenk yer alır. Kartal ve bulutlar arasındaki rozet üzerinde Sultan III. Selim'in tuğrası ve tuğranın sağ üst tarafında, kalkanın kenarından doğan bir güneş görülmektedir.
Kartalın iki tarafında ise boru ve üçer sancak bulunmaktadır. Çerçevenin sağ ve sol ortasında kalkanlar arkasında sancak, kılıç, tüfek, mızrak ve borulardan yapılmış iki arma daha' görülmektedir. Çerçevenin alt kenarında ortada bir trampet (davul), sağ ve sol yanda üzeri ayyıldızlı sancak, boru, tüfek, top vd. askeri silah ve şekiller yer almaktadır. Sancakların üzerinde ayyıldız olması dikkat çekici bir beraberliktir. Artık ayyıldızlı bayrak yaygınlaşmaya başlamıştır.
III. Selim'in Nizam-ı Cedid adı verilen kapsamlı ıslahat dönemi 29 Mayıs 1807'de tahttan indirilmesi ile yarım kalmıştır. Ulemanın, Yeniçeri ocağının büyük tepkisini toplayan Nizam-ı Cedid Ordusu dağıtıldı. Yeniden yapılandırılmaya çalışılan askeri düzenin beraberinde getirdiği armalar ve ay-yıldız kullanımı da Nizam-ı Cedid'i simgelediği ve hatırlattığı düşüncesiyle kesintiye uğradı. III. Selim'in Mühr-i Hümayunu'nda bulunan armanın genelleşerek başka yerlerde kullanıldığı görülmemiştir. Bu yıllarda ay ve yıldız sembol olarak halkın arasında sınırlı örnekleri ile yaygınlaşmış, yapılardan, mezar taşlarına, çeşme alınlıklarına kadar kullanılan bir işaret olmuştur.
Yeniçerilerin tahta çıkardığı ve ancak bir yıl tahtta kalabilen IV. Mustafa'dan sonra, Osmanlı tahtına çıkan II. Mahmud'un saltanatının ilk yılları yenilik karşıtlarının ve yeniçerilerin baskısı altında geçmiştir. Amcası Üçüncü Selim'in akıbetinden ders aldığı görülen II. Mahmud, saltanatının ilk 18 yılında temkinli davaranarak askeri konularda ıslahata kalkışmamış, Osmanlı merkez teşkilatını güçlendirmek için gayret göstermiştir. Rumeli ve Anadolu ayanlarının gücünü kırarak, eyaletlerde merkezi devletin üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Tahtta yeteri kadar güçlü olduğunu hissedince Yeniçeri Ocağı'nda ıslahat yapılmasını buyurmuş, bunun üzerine 15 Haziran 1826'da isyana kalkışan yeniçerilerin ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastırarak ocağın varlığına son vermiştir. Ocağın manevi destekçisi Bektaşi tarikatının tekkelerini de kapattırmış, üyelerini takibe aldırıp, cezalandırmıştır. II. Mahmud, III. Selim'in askeri ıslahatrının bir takipçisi olarak, Avrupa tarzı yeni bir ordu kurdurdu. Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı verilen ordu ile birlikte ay-yıldız sembolü tekrar görülmeye başlanmıştır.
II. Mahmud zamanında kullanılan Osmanlı armasının ilk şekli
Genelleme yapmak gerekirse bu arma ve arma benzeri şekillerin sancak- boru-tüfek-kılıç-top vd. askeri alet ve silahlarla, bunların merkezine konan tuğradan meydana getirildiği anlaşılmaktadır. Tamamen askeri atılım ve yeniliklerin sonucu olan bu çizimleri, genelleşmediği için arma diye nitelendirmekte zorlanıyoruz. Bunları "Askerlik Belgiliği" olarak da adlandırmak mümkün görülüyor. Ya da yenileşen ordunun imaj çalışmaları olarak görmek gereklidir. Bu çalışmalar Osmanlı armasını meydana getirirken yol gösterici işaret ve semboller olarak kabul edilmiş, askeri semboller oluşturulurken de geçmişte kabul görmüş görüntüler dikkate alınmıştır.
Sultan II. Mahmud dönemi, Osmanlı toplumuna ters gelen bazı uygulamalarla da dikkat çeker. İkinci Mahmud'un Tasvir-i Hümayun'u bu uygulamalardan biridir. Sarı ve pembe kabartma güller, elmaslı mavi çiçeklerle çevrili sultanın askeri üniformalı minyatürünün bulunduğu Tasvir-i Hümayun'ların bir kısmı zincir ile boyna bir kısmı da resmi dairelerin duvarlarına asılırdı.
II. Mahmud döneminde onbaşıdan çavuşa kadar küçük rütbeli erbaşlarla, yüksek rütbeli subaylara bazı nişanlar verildiği görülmektedir. Bu nişanların üstünde yıldız, şemse (güneş), hilâl, ayyıldız, denizci nişanlarında çapa, çapa ve pergel ve ölçü aleti resimleri bulunuyordu.
Osmanlı Devleti'ni sembolize eden Tuğra, Ayyıldız ve Arma üçlüsünün birbirinden ayrı biçimde bir arada bulunduğu tek örnek Sultan II. Mahmud dönemine ait bir berattır. Evail -i zilhicce lz53 (26 Şubat - 6 Mart 1838) tarihini taşıyan berat, 149.5 x 52.5 cm. boyutlarında olup divanî hatla yazılmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde Müzehhep Fermanlar nu. 648/I'e kayıtlıdır. Berat, İstanbul'da ikamet edip İran, Hindistan ve Avrupa ile ticaret yapan Yorgi Aleksioğlu'nun imtiyazları, ticaretini yapacağı mallar, tabi olacağı gümrük tarifeleri, terekelerinin taksimi ile muhakeme ve sorumluluklarını kapsar(17). Beratın en üstünde içe bakan iki hilâl ortasında 14 şualı bir yıldız bulunmaktadır. Ayyıldız sembolü alışılmışın dışında bir formdadır ve çifte hilalli bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin alameti olarak her türlü resmi belge üzerinde yer alan ayyıldızın, Osmanlı'da resmi ve yazılı belge üzerinde görülebilen ilk örneklerinden biri ile karşı karşıyayız. Sultan II. Mahmud tuğralı ve 1827 tarihli bir beratta ay ve altı şualı yıldız bir arada kullanılmıştır, ancak bu beratta ayyıldızlar metin bölümünde ve satır aralarında bir motif, bir süs elemanı olarak değerlendirilmiştir. 1834 tarihli bir fermanda ise tuğra üzerinde bir ayyıldız görülür (BOA Müzehhep Fermanlar No.65)(18). 1838 tarihli II. Mahmud beratında ayyıldız en üsttedir ve baş (ihtiram-saygı) mevkidedir. Devleti temsil eden bir sembol olarak buraya konmuştur. Ayyıldızın hemen altına pek sanatkârane yapılmış bir arma resmedildiği görülmektedir. Simetrik düzenli olan arma yeşil, kırmızı ve kahverengi mürekkeple çizilmiş, altın yaldızla boyanmıştır. III. Selim'in Mühr-i Hümayun'undaki armadan tamamen farklı görünümdeki bu çizimi ilk dönem arma çalışmalarının en önemlilerinden biri olarak kabul etmek gerekir.
Bu armanın üst ortasında, şekline daha önce Mühendishane Matbaası'nda basılan Usul-i Hendese adlı kitabın ilk sayfasında rastladığımız alem görülmektedir. Alemin yanlarında iki küçük flama, iki mızrak ve iki borazan yer alır. Armanın sol yanma yukarıdan aşağı doğru 4 sancak, 4 flama ve bunların aralarına üç adet süngülü tüfek, kılıç, üç borazan, zurna, ok ve yay, zil ve davul, arabalı top resmedilmiştir. Altta yer alan sancağın üzerinde hilâl ve çok şualı yıldız bulunmaktadır. Armanın alt ortasına büyük bir trampet (davul) konulmuştur. Simetri bozulmamış, aynı şekiller sağ yanda aynen yer almıştır. Armanın ortasında bir noktadan dağılan ışınlardan oluşturulmuş bir güneş meydana getirilmiştir.
Armanın altına Sultan II. Mahmud'un tuğrası altın yaldızla çekilmiştir. Tuğranın sol yanına bir lâle, sağ yanma bir gül resmedilmiştir. Osmanlı ferman ve beratlarında üstte tuğra ve altta metin kısmı yer almaktaydı. Tuğra dışında devleti temsil eden başka bir sembol kullanılmamıştı. Beratta bulunan iki yeni sembol hem tuğranın üzerinde bir mevkide yer almış, hem de daha büyük resmedilmiştir. Bu önemli bir gelişmedir. Başlangıçtan itibaren sultanların nişanı ve devletin sembolü olan tuğranın üstünde sembolik bir başka işaret yer almamıştı.
Sultan II. Mahmud beratında Osmanlı Devleti'nin üç sembolünün birden yer alması, tuğranın artık devleti sembolize etmeye yetmediği fikrini tazelemektedir. Osmanlı sultanı kendi adını taşıyan tuğrayı, Osmanlı Devleti'ni temsil eden bir sembol olarak yetersiz görmektedir. Berattan yansıyan bu düşünce sultanların sınırsız gücünün, mutlak otorite oluşunun sanki sonunu ilan etmektedir. Osmanlının klasik çağının muhteşem sultanları artık bir anı olmuştur. Ülkenin dağılmamasına çabalayan, çeşitli güçlerin etkisiyle tahttan uzaklaştırılabilen, hatta öldürtülen, iktidar erkinin hakkını vermekte yetersiz kalan sultanlar Osmanlı tahtındadır. Halkın bu kabiliyetteki insanlarla devleti özdeşleştirmesi olanağı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Beratta tuğra sadece II. Mahmud'u temsil eder konumdadır. Ayyıldız, arma ve tuğranın üzerindedir ve ihtiram mevkiinde yerini almıştır. Osmanlı devletini temsil eden bir sembol olmuştur. Arma ise sadece orduyu temsil eden bir görüntü vermektedir. Sultan II. Mahmud'un ilginç beratı Osmanlı Devleti (ayyıldız), Osmanlı Sultanı (tuğra), Osmanlı Ordusu (arma) sembollerinin birbirlerinden ayrı resmedildikleri ve birlikte göründükleri tek belgedir.
Sultan II. Mahmud'un ölümü ile yerine oğlu Sultan I. Abdülmecit 1839'da Osmanlı tahtına çıkar. Tahta çıkışının üçüncü ayında, 3 Kasım 1939'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu okunur. Osmanlı'da Tanzimat dönemi böylece başlamış olur. Ferman, Osmanlı Devleti'nin hukuk devletine geçişinin ilk adımıdır. Hükümdar fermanla, mutlak haklarının sınırlanmasını kabul ediyor uyruklarının can ve mal güvenliğini sağlıyor, vergilerin yasaya dayanacağını, her din ve mezhepten kişilerin yasa önünde eşit olmasını kabul ediyordu«1».
Abdülmecid dönemi batılılaşmanın sürdüğü, sanayi yatırımlarının hızlandığı, Şirket-i Hayriye ve Aydın-İzmir demiryolu gibi altyapı hizmetleri kuruluşlarının yaygınlaştığı yıllar olmuştur. Saltan Abdülmecid döneminde kullanılan armalarda pek fazla yenilik görülmez. Sultan II. Mahmud zamanında yapılan çalışmalar sonucunda meydana getirilen armalar kullanılmıştır.
Genellikle ortada sultanın tuğrası, sağ ve sol yanlarda simetrik olarak askeri sembol ve şekillerin yer aldığı bu armaların hiçbiri birbirine benzememektedir. Düzenleniş esası, üzerinde bulunduğu eşyanın şekli ile yüzde yüz ilintilidir.
Sultan Abdülmecid döneminde çıkarılan nişanlar üzerinde bulunan semboller, Osmanlıda kabul görmüş semboller hakkında bilgiler vermektedir. 1850 yılındaki para darlığı nedeniyle o ana kadar çıkan bütün nişan ve madalyalar sahiplerinden alınarak darphaneye sevkedildiği için mevcudu kalmamıştır. Ancak bu devirde çıkarılan nişanların varlığı Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet Kütüphanesindeki bir albümde yer alan resimler nedeniyle bilinmektedir.
Albümde bulunan nişanlardan sultana ve sadrazama ait olanlarının, Osmanlı arması ile biçim olarak farklılıkları bulunmasına karşın, üzerinde taşıdıkları sembol ve şekillerde benzerlikler görülmektedir. Albümde yer alan daha alt düzeydeki yönetici ve askeri görevlilere verilmek üzere hazırlanan nişanlara askeri sınıfları temsil eden işaretler konulmuştur.
Yine Abdülmecid döneminde ihdas edilen Nişan-ı İftahar, Nişan-ı İmtiyaz gibi nişanlarda iki ortak özellik vardır. Abdülmecid1 in ortadaki tuğrasının etrafı güneş sembolü ile süslenmiştir. Bu gelişim Osmanlı armasının en üstünde yer alacak olan tuğranın etrafını çevreleyen ya da tuğradan yayılan ışınlarla oluşturulan görünümle aynıdır.
1266 (1850) tarihinde gümüş ve altın olarak çıkarılan Bosna Madalyası'nın bir yüzünde Abdülmecid'in tuğrası, diğer yüzde sağa bakan bir ayyıldız görülmektedir. Buradaki yıldız beş köşelidir. Çok şualı yıldız artık yerini beş köşeli yıldıza bırakmıştır. Bundan sonra çok şualı yıldız madalya ve paralarda pek az görülecektir. 1853'de Osmanlı -Rus savaşı patlak verir. 1854 Mar- tı'nda İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'nin yanında savaşa katılır ve Kırım'da müttefik ordular Rusları mağlup eder. Bu savaşın anısına çıkarılan Kırım Madalyası'nın ön yüzünde Abdülmecid'in tuğrası arka yüzde müttefik devletlerin bayraklarıyla top ve çapa resimleri yer alır. Osmanlı bayrağının üzerinde yine çok şualı yıldız bulunmaktadır.
Osmanlı armasının son şeklini almasında önemli etkileri görülen Tanzimat Madalyası, 1850 senesinde 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun hatırasını yaşatmak amacıyla Belçikalı tanınmış sanatçı Hart'a ısmarlanmıştır).
Madalyanın ön yüzünde, en üstte güneş ışınları arasında Abdülmecid'in tuğrası, altta, ortada üzeri on iki yıldızlı altı şualı kalkan ve kalkan üzerinde bir serpuş, kalkanın sağında batı tarzı bir zırh, top ve top gülleleleri, tuğ, sancak, mızraklar, kılıç, balta, tüfek ve ok bulunmaktadır. Sol yanda bereket boynuzu ve boynuzdan çıkan meyve, çiçek ve başaklar, onun üst tarafında bir asa, Hellen mitlojisinin haberci tanrısı Hermes'e ait bir işaret olan Kadüse, terazi, tanzimat fermanı yer almaktadır. Fermanın üzerinde Fransızca Tanzimat, Reşid ve Âli isimleri yazılmış, bu fermana bağlı iki mühüre Sultan Abdülmecid'in tuğrası konulmuştur.
Kalkanın tam ortasına Osman Gazi'nin, sancağın üzerine Sultan II. Meh- med'in (Fatih), topun üzerine Kanuni Sultan Süleyman'ın, zırhın üzerine II. Mahmud'un, kalkanın altına Köprülü'nün adları yazılmıştır. Madalyanın kenarlarında Tanzimat ile gelen yenilikler Fransızca olarak belirtilmiş ve "Herkese Eşit Adalet", "Yaygın Eğitim", "Barış Sanatlarının Desteklenmesi", "Azınlıkların Haklarının Korunması", "İmparatorluğun Saygınlığının Yüceltilmesi", "Güçsüzün Korunması" slogan halinde konulmuştur. En alta Fransızca "Abdülmecit Tarafından Osmanlı İmparatorluğu1 nun İhyası" yazısı konulmuştur. Tanzimat Madalyası'nın arka yüzünde sağlam ve kadim bir devleti temsil eden kabaran dalgalar üzerinde yükselen bir kale ve kalenin üzerinde cami kubbesi, minareler ve çok şualı bir ayyıldızın yer aldığı dalgalanan bir sancak bulunmaktadır. Resmin üzerinde, kenar boyunca Fransızca olarak "İmparatorluk Varolacak, Tanrı İstiyor" sloganı yer almıştır. En alta 1850 tarihi yazılmıştır(22X
Tanzimat Madalyası'nın ön yüzü üzerindeki sembol ve şekillerin bir bölümü Osmanlı Arması'na aynen yansıyacaktır: Kenarı on iki yıldızlı kalkan, kalkanın üzerinde miğfer (serpuş olarak yansımıştır). Osmanlı ve Türk geleneğinde yer almayan antik bir sembol olan bereket boynuzu ve terazi şeklen farklı olsa da Osmanlı armasında aynen kullanılmıştır. Madalyadaki silahların çok büyük bir bölümü de armada yer alacaktır.
Tanzimat Madalyası'nı Osmanlı Arması'nın en etkili görsel kaynaklarından biri olarak kabul etmek gerekmektedir. Bereket boynuzu ve terazi sembolleri bir Osmanlı armasında ilk defa yer almaktadır.
Sultan Abdülmecid devrinde Avrupa'dan hediye olarak gelen tüfek, tabanca ve kılıç gibi silahların üzerlerinde de armaya benzer şekiller yer almaktadır. Ancak bunlar arasında bir birlik ve benzerlik görülmemektedir. Sultan Abdülmecid zamanında imal edilen silahların, alay sancaklarının, askeri okulların diplomalarının ve okul jurnallerinin, Kozak adı verilen Name-i Hümayun, Ahidname-i Hümayun gibi sultana ait bazı belgelerin konulduğu özel kutuların üzerinde, gümüş evrak kutuları ve sancak Kuranlarının mahfazaları üzerinde armalar kullanılmıştır«23). Bu armalarda sancaklar, tirkeşler, mızraklar, borular ve toplar görülmektedir. Bunlar çoğunlukla birbirine benzemez. Ancak, üzerine tuğra ile birlikte yapılan armalar, Fransız toplarının üzerindeki armalara çok benzemektedir.
Bu yıllarda gemilerde de ağaç oyma armalar kullanılmıştır. Bunlardan çeşitli örnekler İstanbul Deniz Müzesi Kayıklar Seksiyonunda sergilenmektedir.
Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Osmanlı ordusunun kurumsal kimliğini oluşturmak için yapılan armalara rastlanılmaktadır. Bunların tamamına yakını Abdülmecid dönemiyle büyük benzerlik taşırlar. Osmanlı arması bu yıllarda da standart bir görünüme ulaşamamıştır.
Sultan Abdülaziz'in Cemaziyülahır 1278 tarihli irade-i seniyesi ile ihdas edilen Nişan-ı Osmani, devlet hizmetinde iyi iş görmüş, üstün başarı göstermiş olanlara iftahar ve imtiyaz olmak üzere çıkarılmıştır. Nişan, l'nci 2'nci, 3'üncü ve 4'üncü olmak üzere 4 rütbeden ibarettir. Nişan yedi köşeli, gümüş, ve yeşil minelidir. Nişanın ortasındaki kırmızı mine üzerinde "El müstenit bittevfikat el rabbaniye Abdülaziz han Melik il Devletül Osmaniye" yazısı okunmaktadır«24).
Nişanın arka kapağında Osmanlı devletinin kuruluş yılı 699 (1299), üzeri sadece hilalli çapraz bir çift sancak ve iki adet davul yer almıştır. Bu arma Osmanlı istiklâlini temsil etmektedir. Aşıkpaşaoğlu (Derviş Ahmed Aşıki) tarihinde bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Osman Gazi hisarı aldı. Tekfürünü tuttu. Hayli hediyelerle birlikte kardeşinin oğlu Ak Temür'le Sultan'a (Sultan II. Mesud) yolladı. Sultanın dahi ferahlığı ziyade oldu. Ak Temür'e çok ihsanlarda bulundu. O zaman Osman Gazi'ye dahi sancak, çadır, iyi atlar ve silahlar verdi. Ak Temür sancağı getirdiği vakit ilkindi zamanıydı. Nöbet (Nevbet) vuruldu. Osman Gazi Nöbet (Nevbet) vurulurken ayakta durdu. Ta şimdiye kadar Osmanlı Hanedanı seferde nevbet vurulursa ayakta dururlar (Bu adet Fatih Sultan Mehmet tarafından kaldırılmıştır)"«2®. Eski Türklerde bağımsızlık alameti kabul edilen tuğ, sancak ve tablü alem verilmesi geleneği Selçuklularda da aynen devam etmiştir. Bu geleneğin kökeni Çinlilere dayanmaktadır.
Osmanlı Arması'na son şeklin verilmesi Sultan II. Abdülhamid'in saltanatının ilk yıllarından sonraya rastlamaktadır. Abdülaziz'in tahttan indirilmesini takiben, üç ay tahtta kalabilen V. Murad'dan sonra Osmanlı tahtına Sultan II. Abdtilhamid geçer (31 Ağustos 1876). 23 Aralık 1876'da Osmanlı Ka- nun-ı Esasi'si kabul olunarak I. Meşrutiyet dönemi başlamış olur. Uzun süreli olmayan bu girişim II. Abdülhamid'in 14 Şubat 1878'de parlamentoyu feshetmesi ile sona erer. Böylece Osmanlı İmparatorluğu II. Mahmud'un devrine bir dönüş yapmış ve mutlakıyete geri dönmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu artık dağılma devrini sürmektedir. Tanzimatla birlikte başlayan Osmanlıcılık akımı iflas etmiş, Panslavizm karşısında yıkıntıya uğramıştır. II. Abdiilhamid yeni bir siyasete öncülük edecektir: İslamcılık. Avrupa ülkelerinin ve Rusya'nın baskısı karşısında devletin birliğini korumanın tek yolu olarak devletin müslüman tebaasından başka dayanılacak bir güç kalmamıştır. Sultan II. Abdülhamid'in İslamcılık siyaseti devletin batılılaşmasını engellememiş, aksine Osmanlı Devleti batılı bir görünüme onun devrinde ulaşmıştır. İktisadi kalkınmaya önem verilmiş, ulaştırma, imar faaliyetleri, haberleşme, ulaştırma, eğitim alanlarında büyük bir atılıma gidilmiştir. Sultan II. Abdülhamid İslamcılık siyasetini gütmesine rağmen, Yıldız'a modern tiyatro inşa ettirecek derecede batıya dönük biriydi.
Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışının ikinci senesinde Rusya Muharebesi anısına çıkarılan gümüş madayanm tuğra yüzünün arkasında bir arma görülür. Bu şekil altta çapraz iki top, altında bir gülle, topların üzerinde çapraz iki çift bayrak ve tüfek, bayrakların arasında doğan güneş ve güneşten dağılan ışınların üzerine konmuş beş köşeli bir yıldız ve topların üzerinde bir hilâlden oluşur.
Osmanlı Arması'na standart bir görünüm verilmesi Abdülhamid'in 17 Nisan 1882 tarihli emirleri ile gerçekleşmiştir.
Bu tarihe kadar armada olan gelişmeler dikkate alınarak yeni bir arma oluşturulmuştur. Bu armanın ilk örneklerinden biri, 1300 (1883) tarihli Büyük İmtiyaz Madalyası üzerine darbedilmiştir. Bu tarih elbetteki kesin değildir; ancak bu bizim tespit edebildiğimiz ilk güvenilir resmi örnektir.
YAZARDAN
Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları…
Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır.
…sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. *
*: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır.
Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay.
Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.