1. Hazırlanışı
1807 yılında İstanbul’da Kabakçı Mustafa ’nın yönetiminde Üçüncü Selim’e karşı bir ayaklanma oldu. Üçüncü Selim tahtan indirildi ve yerine Dördüncü Mustafa geçirildi. Üçüncü Selim’i tekrar tahta oturtmak için Rusçuk âyanı Alemdar Mustafa Paşa İstanbul’a yürüdü. Bunun üzerine Üçüncü Selim öldürüldü. Alemdar Mustafa Paşa tahta İkinci Mahmut’u geçirdi. Kendisi de Sadrazam oldu.
Alemdar Mustafa Paşa, devletin otoritesini İstanbul’da tekrar kurdu. Ancak bu devirde, merkezî otorite taşrada tamamıyla etkisizdi. Rumeli ve Anadolu’da âyanlar âdeta bağımsız idareler kurmuşlar ve merkezin otoritesini tanımamaya başlamışlardı. Alemdar Mustafa Paşa, merkezî otoriteyi taşrada hâkim kılmak için Rumeli ve Anadolu âyanlarını İstanbul’a davet etti. Âyanlar İstanbul’a kendi askerleriyle birlikte geldiler ve şehir dışında konakladılar.
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa başkanlığında bir tarafta âyanlar, diğer tarafta devletin ileri gelenleri arasında 29 Eylül 1808’de Kağıthane’de “meşveret-i amme” denilen büyük bir toplantı yapıldı. Toplantıda varılan kararlar “Sened-i İttifak” adı verilen bir belgede tespit edildi ve bu belge Sadrazam, Şeyhülislâm, Kaptanpaşa, Kadı Abdurrahman Paşa , Kadıaskerler, Sadrazam Kethüdası, Yeniçeriocağı, Defterdar ve Reis Efendiler, eski Rikab-ı Hümayun Kethüdası Mustafa Reşid Efendi, Bahriye Nazırı, Çavuşbaşı, Ruznamçe-i evvel, Başmuhasebeci Ahmet Efendi, Sipahiler Ağası, Beylikçi ve Amedçi Efendiler, Cebbarzade Süleyman Bey , Sirozlu İsmail Bey , Karaosmanoğlu Ömer Ağa ve Çirmen Mutasarrıfı tarafından imzalanıp mühürlendi (7 Ekim 1808) ve Padişaha sunuldu. Daha sonra Padişah İkinci Mahmut Sened-i İttifakı onayladı.
Sened-i İttifak , senedi imzalayanların “ağzından çıkmışcasına” kaleme alındı. Senette merkezî hükûmetin adamlarından bahsederken “vükelâ-i devlet ”, âyanlardan bahsederken “taşra memalik hanedanları ”, askerlerden bahsederken de “ocaklar ” ifadeleri kullanılmaktadır.
2. Hükümleri
Senet bir “giriş”, yedi “şart” ve bir “zeyl”den oluşmaktadır.
Sened-i İttifak’ın “giriş” bölümünde Osmanlı devlet düzeninin bozulduğu, devlet otoritesinin sarsıldığı ve bu durumun taraflarca gözlemlenmesi üzerine, devletin kuvvetlenmesi (Devlet-i Aliyenin kuvvet-i kamilesi esbâbını istihsal) maksadıyla toplantılar yapıldığı ve sonunda bu ittifakın akdolunduğu bildirilmektedir.
Birinci şartta, senedi imzalayanlar, Padişahın devletin temeli olduğunu tanımakta ve ona karşı “vüzera ve ulema ve rical ve gerek hanedanan ve gerek bilcümle ocaklar tarafından kavlen ve fiilen, sırren ve alenen bir gûna ihanet ve hilaf-ı emrü rıza tavru hareket zuhur ederse, badettahkik cesaret edenin te’dip ve ibret kılınması” için gayret edeceklerini taahhüt etmektedirler.
İkinci şartta, toplanan askerlerin (tertib olunan asakir ve neferatın) “devlet askeri olarak tahrir” olunması kabul edilmektedir. Senedi imzalayanlar, buna “ocaklar tarafından itiraz ve muhalefet olunursa” onların hep beraber “te’dip ve def’u ref’ine... gayret eyleye”ceklerini taahhüt etmektedirler.
Üçüncü şartta senedi imzalayanlar gerek hazinenin (Beytülmal-i Müslimin) muhafazasına, gerek devlet gelirlerinin (varidatı Devlet-i Aliye) “mahallerinden tahsil ve tediyesine ve telef ve hasarattan” korunmasına riayet edeceklerini taahhüt etmektedirler.
Dördüncü şart ile, senedi imzalayanlar, sadrazamdan gelen her emri Padişahtan gelen bir emir olarak kabul edeceklerini ve ona karşı gelmeyeceklerini taahhüt etmektedirler. Ancak sadaret makamı da “hilaf-ı kanun” işlere girişirse, senedi imzalayanlar, bundan “davacı olup bilittifak men’ine” çalışacaklarına söz veriyorlardı. Bu dördüncü şartta ayrıca herkesin kendi göreviyle uğraşması, başkalarının görevine karışmaması (aharın memuriyetine tasaddi etmemesi) öngörülüyordu.
Beşinci şartta, senedi imzalayanlar, “gerek âyan ve gerek vükelâ ve rical birbirlerinin zatına ve hanedanlarına kefil” olmaları gerekliliğini ortaya koyduktan sonra, birçok taahhütte bulunmaktadırlar. Bir kere, Sened-i İttifak şartlarına aykırı bir hareketi kanıtlanmadıkça, âyanlardan birisine devlet veya devletin taşradaki görevlilerinden “taarruz vukua gelir ise uzak yakın denilmeyip” cümlesinin taarruzu def etmek için çalışacaklarını taahhüt etmektedirler. İkinci olarak, bir âyanın ölmesi durumunda, vükelânın ölen âyanın hanedanını koruyacağı öngörülmektedir. Üçüncü olarak, taşra memalik hanedanları da kendi yönetimleri altındaki âyanları ve ileri gelenleri koruyacaklarına söz vermektedirler (ol hanedanlar dahi zîri idarelerinde olan âyanlara ve vücuha zamin olalar). Dördüncü olarak, hanedanlar kendi “hududundan hariç bir karış mahalle taarruz ve tasaddi” etmemeyi taahhüt edip, edenleri ise “cümleten davacı olup men” eyleyeceklerini bildirmektedirler. Beşinci olarak, “fukaraya zulm” edenlerin “te’dip ve terbiyesine say olunacağı (çalışılacağı)” öngörülmektedir.
Altıncı şarta göre, Başkentte asker “ocaklarından ve saireden bir güna fitne ve fesad hadis olur ise”, çağrı beklemeksizin “cümle hanedanlar” başkente gelmeyi ve ayaklananları bastırmayı taahhüt etmektedirler.
Yedinci şartta, senedi imzalayanlar, “fukara ve reayanın himayet ve siyanetinin esas olduğunu” hatırlattıktan sonra, hanedanların idareleri altında bulunan kazalarda “fukara ve reayanın” vergilendirilmesinde “hadd-i itidale riayet hususuna dikkat” edeceklerine söz vermektedirler. Keza, vükelâ ve memleket hanedanları zulmün kaldırılmasını (ref’i mezalim ve taaddi) aralarında kararlaştırmakta ve şayet şeriata aykırı şekilde zulüm eden olursa, onu hep beraber men etmeyi taahhüt etmektedirler.
Bundan sonra, bu yedi şartın “hilafına hareket edilmemek üzere” Allah adına yemin (kasem billah) ve onun Resulü üzerine söz verildiği (ahd birresul) ve bu durumun belgelendirilmesi için bu senedin kaleme alındığı belirtilmektedir.
Sened-i İttifak bir zeyl ile sona ermektedir. Burada, senedin devamlı olarak uygulanabilmesi (aleddevam düstûrül amel tutulması) için bundan sonra sadrazam ve şeyhülislâm olacakların makamlarına geçer geçmez bu senedi imzalamaları öngörülmektedir. Sened-i İttifak, içerdiği şartların devamlı icrasına bizzat Padişahın “nezaret” edeceğini öngörmektedir.
3. Getirdikleri
Sened-i İttifak’ın şartlarını yukarıda sırasıyla gördük. Sened-i İttifaktan bir kere Padişah ve sadrazam kısacası merkez birtakım avantajlar elde etmektedir. Diğer taraftan Sened-i İttifak âyanlara da birtakım güvenceler sağlamaktadır. Nihayet, Sened-i İttifakta birtakım genel kazanımlar da vardır. Bülent Tanör , Sened-i İttifak’ın getirdiklerini üç ayrı grupta sınıflandırmaktadır:
a) Merkezin Kazanımları.- Padişahın ve devletin otoritesini herkesin kabul etmesi (şart 1); sadrazama itaat (şart 4); vergi toplanmasına ilişkin emirlere uyma (şart 3); asker ocaklarının Padişaha itaati (şart 1, 2, ve 6); âyanların kendi toprakları dışına müdahale etmemesi (şart 5).
b) Âyanların Kazanımları.- Sadrazamın keyfi eylemlerinin önlenmesi (şart 4); suçsuz âyanlara haksızlık edilmemesi; hanedan haklarının babadan oğula geçmesinin kabul edilmesi; büyük âyanların idare alanlarının tanınması, büyük âyanların kendilerine bağlı küçük âyanlar üzerindeki egemenliklerinin tanınması (şart 5). Âyanların bu kazanımları fiilî feodal statülerine süreklilik ve hukukîlik kazandırmak demekti.
c) Genel Kazanımlar.- Genelde Türk anayasa hukuku literatüründe Sened-i İttifakın merkez ve âyanları ilgilendirdiği, halkı alâkadar etmediği ileri sürülmüşse de bu doğru değildir. Bu iddiayı ileri sürenler pek muhtemelen Sened-i İttifakın metinini okumamışlardır. Yukarıdaki özetlerden de görüldüğü gibi, Sened-i İttifakta “fukara ve reaya ” ile ilgili şartlar da vardır. Sened “fukara ve reayanın himayet ve siyanetinin esas” aldığını (şart 7) açıkça ilân ediyordu. Sened-i İttifak, “fukara ve reaya”nın korunmasını, “fukara ve reayanın” vergilendirilmesinde ölçülü (hadd-i itidale riayet) davranılmasını (şart 7); ve keza “fukara ve reaya”ya zulm edilmemesini öngörüyordu (şart 5 ve 7). Görüldüğü gibi Sened-i İttifak yoksulları ve yönetilen halkı da koruyucu şartlar içermektedir. “Fukara ve reaya”yı koruyucu özel şartların yanında, Sened-i İttifakta genel koruyucu şartlar da vardır. Sadrazamın kanuna aykırı işlere girişmemesi (şart 4); suç işlenmesi durumunda soruşturma yapılmadan ceza verilmemesi (şart 5) gibi.
Bülent Tanör ’ün gözlemlediği gibi, kazanımlar sadece merkez ve âyanları değil, geneli ve kamuyu, kısacası halkı da ilgilendirmektedir.
Sened-i İttifak, 7 Ekim 1808’de imzalanmıştır. Sened-i İttifakın arkasındaki güç olan Alemdar Mustafa Paşa ise, 15 Kasım 1808’de yeniçeriler tarafından çıkarılan olaylar neticesinde ölmüştür. Böylece Sened-i İttifak etkisini büyük ölçüde yitirmiş, kendisinden bahsedilmez olmuştur. Keza Sened-i İttifakın zeylinde her yeni sadrazam tarafından senedin imzalanması öngörülmüştü. Oysa Sened-i İttifak, Alemdar Mustafa Paşa’nın yerine geçen sadrazamlar tarafından imzalanmamıştır.
Sened-i İttifak çok değişik değerlendirmelere konu olmuştur. Bu değerlendirmelerin bir özeti ve eleştirisi Bülent Tanör tarafından yapılmıştır. Tanör, Sened-i İttifakı değerlendiren yazarları üç gruba ayırmaktadır. Birinci grup yazara göre, Sened-i İttifak, âyanların merkeze zorla kabul ettirdikleri bir belgedir. Diğer bir grup yazara göre ise, Sened-i İttifak, merkezin, yani sadrazam Alemdar Mustafa Paşanın âyanlara bir dayatmasıdır. Üçüncü bir grup yazar ise, bu iki görüş arasında uzlaştırıcı bir görüş ileri sürmektedir. Bu görüşe göre, Sened-i İttifak merkezin âyanlara tek yanlı olarak dayattığı bir belge değil, esas olarak merkez kaynaklı, ama âyanlarla bir “anlaşma”yı, “uzlaşmayı” simgeleyen bir metindir.
Bu üç yaklaşımı karşılıklı olarak inceleyen ve değerlendiren Bülent Tanör , üçüncü yaklaşımı daha doğru buluyor. Zira, bir kere “Meşveret-i Amme” âyanlardan gelen bir istek sonucu toplanmamıştır. Âyanlar İstanbul’a sadrazam tarafından çağrılmıştır. Kaldı ki, âyanların hepsi de toplantıya gelmemiştir. Sened-i İttifakı imzalayanlar arasında 21 kişinin sadece 4’ü âyandır. Gerisi ulema ve vüzeradır. Keza Sened-i İttifakın içeriği incelendiğinde merkezin âyanlara oranla daha kazançlı çıktığı görülmektedir. Ancak, yine Tanör’ün haklı olarak belirttiği gibi, Sened-i İttifak merkezin âyanlara bir dayatması olarak da görülemez. Zira böyle olsaydı bir “sened”e gerek kalmaz, bu şartlar bir “buyruk” şeklinde açıklanırdı. O halde burada bir iki taraflılık vardır. Âyanlar bir taraf olarak görülmektedir.
4. Değeri
Sened-i İttifakın değeri konusunda değişik görüşler vardır. Bu görüşler yine Bülent Tanör tarafından özetlenmiş ve açıklanmıştır.
Birinci görüşe göre, Sened-i İttifak Osmanlı anayasal gelişmeleri bakımından “olumlu” bir ilerlemedir. Sıddık Sami Onar ’a göre, Sened-i İttifak , hukuk devletine doğru atılmış ilk adımdır, Kubalı’ya göre, merkezî devletin mutlakiyetinin feodal bir sistemde sınırlandırılması ve dolayısıyla mutlak monarşiden meşrutî monarşiye geçişin ilk adımı, Aldıkaçtı’ya göre ise iktidarın müstebid karakterinin sınırlandırılması ve dolayısıyla demokrasi düzenine gidişin ilk çabasıdır. Bu görüşte olanlar Sened-i İttifakın uygulanamamış olmasına üzülmektedirler. Onlara göre Sened-i İttifak uygulanabilseydi, zamanla mutlak monarşiden meşrutî monarşiye ve hatta âyanların temsil edildiği parlâmentolu bir monarşiye geçilebilirdi.
İkinci görüş taraftarları ise, Sened-i İttifakın demokratikleşme sürecinde olumlu bir adım olduğu fikrine karşı çıkmaktadırlar. Bülent Tanör’ün gözlemlediği gibi, bu yazarların ortak gerekçesi, Sened-i İttifakın itici gücü olarak kabul edilen âyanların, yani feodalitenin, “çağ-dışı” niteliğidir. Örneğin Doğan Avcıoğlu ’na göre, Sened-i İttifak, bir “utanç belgesi”dir, “eşkiyalığın meşrulaştırılması”dır. Server Tanilli’ye göre de, Sened-i İttifak, “bir ileri atılım değil, aslında merkezî otoritenin zayıflamasıyla feodaliteye doğru çözülmenin bir simgesidir”. Mümtaz Soysal’a göre de, “Sened-i İttifak âyanın elde ettiği hakları devlet ileri gelenlerine karşı korumak, derebeyliği de Avrupa’daki feodalite düzeni gibi “meşrulaştırarak” hakların babadan oğula geçmesini sağlamak amacını gütmekteydi”. Keza Cem Eroğul da Sened-i İttifakı olumsuz bir gelişme olarak görmektedir. Ona göre, “Batı’dakinin aksine bu sınırlandırmadan yararlananlar burjuvazi ile halk değil, bunların baş düşmanı olan yoz bir derebeylik ti”.
Birinci görüşün ne derece doğru olduğu tartışmalıdır. Ancak ikinci görüşün ideolojik niteliği ortadadır. İkinci görüşün temelinde, âyanların feodal bir sınıf olduğu görüşü ve feodalizmin “çağ-dışı” olduğu yolunda saplantı yatar. Bülent Tanör’ün haklı olarak belirttiği gibi, bu görüş sahipleri âyan tabakasının niçin ilerici atılımlarda yer alamayacağını ispatlamamaktadırlar. Bülent Tanör bu görüşün tersinin mümkün olabileceğini düşünüyor. Yazara göre, 19’uncu yüzyılda Balkanlarda Hristiyan milletlerin feodal unsurları, anayasalı rejimlere götüren gelişmeler içinde yapıcı roller oynamışlardır. Keza feodal unsurlar 20’nci yüzyılda Türkiye, İran ve Afganistan’da da olumlu roller üstlenmişlerdir.
Kanımızca, Sened-i İttifak ın siyasal gelişmeler içinde “olumlu”mu, yoksa “olumsuz” bir rol mü üstlendiğini incelemek hukuk biliminin inceleme sahasına girmez. Sened-i İttifakın demokratikleşme yolunda “ilerici bir atılım” mı, yoksa çağ-dışı, “yoz derebeylik” hareketi mi olduğu hukuk bilimiyle alâkalı bir konu değildir. Yukarıda ileri sürülen argümanlar tamamıyla ideolojik değer yargıları üzerine kuruludur. Belki, Sened-i İttifakın Türkiye’deki demokratikleşme sürecine katkısı, sosyoloji açısından incelenebilir. Ancak bu her halükârda hukuk biliminin dışında kalır.
Hukuk bilimi açısından şu gözlemleri yapabiliriz:
Sened-i İttifakın koyduğu şartlar, hukuk normunun geçerliliği koşullarını taşımaktadır. Konusu beşerî davranışlardır. Arkasında beşerî irade yatar. Osmanlı hukuk sistemi açısından geçerli bir belgedir. Hangi etkilerle hazırlanmış olursa olsun, belgede kimin imzası bulunursa bulunsun, Padişahın hattı hümayunu ile onaylanmıştır ve bu nedenle hukuken bütün Osmanlı tebaasını bağlayan geçerli bir işlemdir. Kısa bir zaman sonra uygulamadan kalkmış olması, daha doğrusu “metrukiyet (désuétude)”e düşmüş olması onun “geçerliliği” ile ilgili değil, onun “etkililiği” ile ilgilidir. Sened-i İttifak geçerli bir hukuk normu olarak yürürlüğe konulmuş, ancak kısa bir zaman sonra etkililiğini yitirmiştir. Hukukun genel teorisinde etkililikten uzun bir süre mahrum kalan normların zamanla geçerliliklerini de yitirdikleri kabul edilmektedir.
Biz hukukçu olarak, Sened-i İttifak hakkında şu sorulara cevap vermek durumundayız. Sened-i İttifakın hukukî biçimi nedir? Sened-i İttifakın anayasal nitelikte midir?
5. Sened-i İttifakın Hukukî Biçimi
Sened-i İttifak hukukî biçimi itibarıyla hangi tür bir belgedir? Döneminin hukuku açısından bilinen türlerde bir işlem değildir. Kanun, kanunname, ferman gibi bir işlem değildir. İslâm hukukunun öngördüğü türden bir senet, bir hüccet de değildir. Osmanlı hukukunun şeklî kaynaklarından birine girmez.
Doktrinin çoğunluğuna göre, Sened-i İttifak, “iki-taraflı ” bir belge, bir “misak”, bir “sözleşme (mukavele, akit)”dir. Misak ise bilindiği gibi anayasa hukukunda, hükümdar ile karşısındakiler (feodal beyler, halkın temsilcileri, vs.) arasında yapılan bir anlaşma, bir sözleşme olarak tanımlanmaktadır.
Bu itibarla, Sened-i İttifak 1215 tarihli İngiliz Magna Carta sına benzetilmektedir. Magna Cartada Yurtsuz Jean, baron ve asillerin haklarını tanıyordu. Sened-i İttifakta ise İkinci Mahmut âyanların haklarını tanıyor, kendi iktidarının sınırlandırılmasını kabul ediyordu. Padişah otoritesini tekrar kurabilmek için âyanların birtakım haklarını tanımak zorunda kalıyordu. Kanımızca, içerikleri bakımından Sened-i İttifak ile Magna Carta arasında bir benzerlik kurulabilir. Ancak hazırlanış ortamları bakımından böyle bir benzerlik yoktur. Magna Carta gerçekten baronların bir dayatması sonucu oluşmuştur. Sened-i İttifak ta ise âyanların böyle bir dayatması yukarıda gördüğümüz gibi yoktur.
6. Sened-i İttifakın Anayasal Niteliği
Sened-i İttifak bir anayasa mıdır ? Bu soruya cevap vermek için her şeyden önce, “anayasa”dan ne anlamak gerektiğini belirtmek gerekir. Bilindiği gibi, anayasa biri maddî, diğeri şeklî olmak üzere iki değişik anlamda tanımlanmaktadır.
Maddî anlamda anayasa, devlet organlarının kuruluşunu, işleyişini ve bireylerin devlet karşısında sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri belirleyen, yazılı veya teamülî, kuralların bütünüdür. Bu anlamda Sened-i İttifak anayasal niteliktedir. Zira yukarıda görüldüğü gibi Sened-i İttifakta, devlet organları arasındaki ilişkiler ile “âyan”, “fukara ve reaya”nın bazı hakları düzenlenmektedir.
Şeklî anlamda anayasa ise, normlar hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden ve kanunlardan farklı ve daha üstün bir usûlle konulan ve değiştirilebilen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Şeklî anlamda Sened-i İttifakın anayasal nitelikte olmadığı açıktır. Zira Sened-i İttifakta kendisinin kanunlardan üstün olduğuna ilişkin bir ibare olmadığı gibi, değiştirilmesi için de özel bir usûl öngörülmemiştir.
O halde Sened-i İttifak maddî olarak anayasal nitelikte dir; ama şeklî olarak bir anayasa değildir. Buna göre Sened-i İttifakı bir “anayasa” olarak değil, “maddî anlamda anayasal nitelikte olan bir belge” olarak görmek daha uygun olacaktır.
Sened-i İttifak şeklî kritere göre bir anayasa olmasa da, maddî kriter açısından onun anayasal niteliğinin altını özenle çizmek gerekir. Sened-i İttifak ile devlet iktidarı resmen sınırlandırılıyor; âyanlar ile “fukara ve reayaya” çok sınırlı da olsa birtakım haklar tanınıyordu. Türk tarihinde ilk defa devlet iktidarının sınırlandırılabileceği, devlet iktidarının dokunamayacağı sahaların olduğu bu belgeyle kabul edilmiştir. Devlet iktidarını sınırlandırmayı amaçlayan bir girişim olarak Sened-i İttifak, Türk tarihinde ilk “anayasal belge”dir. O halde Türkiye’deki “anayasacılık hareketleri”ni Sened-i İttifak ile başlatmakta bir yanlışlık yoktur.