.
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  SULTAN IV. MUSTAFA
  PADİŞAHLARIN EŞLERİ
  OSMANLI HANEDANI SOY AĞACI
  YENİÇERİ VE KAPIKULU SÜVARİLERİNİN İSYANLARINA İLİŞKİN BİR ANALİZ
  II.MAHMUD DÖNEMİ'NDE GİYİM KUŞAM
  II. MAHMUD
  OSMANLI KRONOLOJİSİ
  III. SELİM DEVRİNDE MUSÎKİ HAYATINDAN KESİTLER
  ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI
  KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI
  KİMİ UNVANLAR, TABİRLER
  OSMANLI'DA MÜZİK
  DEVLET TEŞKİLATI
  ISLAHATLAR
  SENED-İ İTTİFAK
  OSMANLI ARMASI
  İLBER ORTAYLI'DAN MAHMUD, SELİM, SADRAZAMLAR PADİŞAHLAR...
  ORDU
  II.MAHMUD'UN MÜZİSYENLİĞİ
  OSMANLI DEVLET TÖRENLERİNİN TOPKAPI SARAYI’NDAN DOLMABAHÇE SARAYI’NA İNTİKALİ
  AYAN
  BAB-I ALİ YANGINI VE ALEMDAR VAK'ASI
  SIR KÂTİPLİĞİ VE RUZNÂME
  III. SELİM'İN SEHİD EDİLMESİ
  27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR
  31 MART VAKASI
  TÜRK DARBELER TARİHİ
  KADIN HAYATINDAN AYRINTILAR
  ALEMDAR MUSTAFA PAŞA'NIN SADRAZAMLIĞI
  PAŞALIK MÜESSESESİ (avi)
  OSMANLI ORDUSU (video)
  HAREM (AVİ)
  OSMANLI PADİŞAHLARI (avi)
  BATILILAŞMA (avi)
  OSMANLI AİLESİ (avi)
  HUKUKSAL AÇIDAN SENED-İ İTTİFAK
  SENED-İ İTTİFAK YORUMU
  KİMİ MERASİMLER
  III. SELİM DÖNEMİ YENİLEŞME ÇABALARI
  HALININ TARİHİ
  19.yy'DAN BAŞLIKLAR
  SIRP İSYANI VE OSMANLI-RUS SAVAŞI
  III. SELİM DEVRİNDE NİZAM-I CEDİDİN ANADOLU'DA KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR
  SENED-İ İTTİFAK'IN TAM METNİ
  SENED-İ İTTIFAK lLE MAGNA CARTA'NlN KARŞILAŞTIRILMASI
  FRANSIZ İNKILABI’NIN TÜRK MODERNLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ
  YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILIŞININ TAŞRADAKİ YANSIMASI
  TÜRK MODERNLEŞMESİNİN AMBİVALANT DOĞASI
  TÜRKİYE'DE BATILILAŞMA DEĞERLERİNİN ARAÇLAŞMASI
  OSMANLI YÖNETİCİLERİNDE ZİHNİYET DEĞİŞİMİ VE BATILILAŞMANIN BAŞLANGICI
  SARAY MÜZİĞİNDE YAYLI ÇALGILAR
  XIX.YY'DA İSTANBUL' DA SANAT VE MUSİKİ
  TOHUM VE TOPRAK YILLARINDA TÜRKİYE
  EDEBİYAT-TARİH-TİYATRO İLİŞKİSİ
  19.YY İLK YARISINDA KADIN GİYSİLERİ
  KEMAL TAHİR VE BATILILAŞMA
  TÜRKLERDE ÇERAĞ MUM VE ATEŞ
  ELEŞTİRİLER



  




																							
II. MAHMUD

II. MAHMUD


KAYNAK:  SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ /  AHMET YAVUZ ŞAHİN /    YüksekLisans Tezi /MARMARA ÜNV. SOSYAL BİLİMLER ENS. İLAHİYAT ANABİLİM DALI / İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI
 II. SULTAN MAHMUD/YILMAZ ÖZTUNA/BABIALİ KÜLTÜR YAYINCILIĞI

 

 

 

 

 

 

 

 

A. DOĞUMU VE ŞEHZÂDELİĞİ

Sultan II. Mahmud, Sultan I. Abdülhamid’in Nakş-i Dil Vâlide Sultan’dan, 13 Ramazan 1191/20 Temmuz 1785’te dünyaya gelen oğludur.Dedesi, Üçüncü Sultan Ah- med'dir (saltanatı 1703-1730, hayatı 1673-1736). Üçüncü Ahmed'den sonra tahta, ağabeyi İkinci Mustafa'nın (salta­natı 1695-1703) 2 oğlu, Birinci Mahmud (saltanatı 1730- 1754) ve kardeşi Üçüncü Osmân (saltanatı 1754-1757) geçti. İkisinin de çocuğu olmadı ve bu sûretle İkinci Mustafa'nın nesli 1757'de erkek tarafından kesildi. 1757'de tahta Üçün­cü Ahmed'in oğullarından Üçüncü Mustafa geçti (18.1.1717 doğumlu, saltanatı 30.1.1757 - 21.1.1774).

Osmanlı İmparatorluğu 1683 bozgunu ile, 1517'den beri muhafaza ettiği Cihan devleti (Fr. Puissance mondiale, Alm. Weltreich) durumundan çıkmıştı. Ama önem bakı­mından hâlâ Dünya devletleri arasında 1. durumda idi. 1771'de bu durumunu birden kaybetti. Öyle ki, birincilik­ten dördüncü sıraya düştü. Artık sırasiyle İngiltere, Fransa ve Rusya'dan sonra Dünya'nm 4. devleti idi. Üçüncü Mus­tafa'nın saltanatı bu şekilde kapandı ve halefi Birinci Ab- dülhamîd, tahta geçer geçmez, Küçük Kaynarca Anlaşması denen feci belgeyi kabül etmek durumunda kaldı.

Üçüncü Mustafa'nın yerine, kardeşi Birinci Abdülhamîd tahta çıktı (21.1.1774 - 7.4.1789, doğ. 20.3.1725).

Osmanlı Devleti'nde reform hareketleri iki safhaya ayrı­lır: Birinci safhada Hoca Sâdeddin Efendi, İkinci Osmân, Dördüncü Murad, Köprülü Mehmed Paşa ve birtakım fikir adamları vardır ki, devlete 16. asırdaki gücünü kazandır­mak isterler. Avrupa etkisi yoktur veya çok azdır. Zira 17. asırda Osmanlı Devleti, hâlâ Avrupa'dan üstündür.

İkinci safha, Üçüncü Ahmed (1703-1730) ile başlar. Ge­rek onun, gerek halefleri olan Birinci Mahmud (1730-1754), Üçüncü Mustafa (1757-1774), Birinci Abdülhamîd (1774- 1789) devirlerindeki reformlarda Batı etkisi açıktır. Birtakım müesseseler, Batı örneğine göre düzenlenir veya düzenlen­mek istenir ve Batı'dan bazı yenilikler gelir. Ulemâ sınıfı ile sıkı ittifak içinde bulunan yeniçerilerden çekinen padişah­lar ve vezirler, daha radikal reformlara gidemezler. Tavizci ve çekingen reformlar, bir kaç yeni müessese ile yetinirler. Radikal reform, Birinci Abdülhamîd'in halefi Üçüncü Selim (1789-1807) ile başlar.

Yukarıda Birinci Mahmud'la kardeşi Üçüncü Osman'ın hiç çocukları olmadığını, İkinci Mustafa dalının 1757'de söndüğünü, kardeşi Üçüncü Ahmed'in oğullarından ikisi­nin, Üçüncü Mustafa ile Birinci Abdülhamîd'in Hânedân'ı devâm ettirdiğini söylemiştik. Üçüncü Mustafa dalı da er­kek tarafından 1808'de Üçüncü Selim'in ölümü ile kesildiği için Hânedân, Birinci Abdülhamîd'den yürüdü. Üçüncü Se­lim'in de çocuğu olmadı.

Konumuz olan İkinci Mahmud, Birinci Abdülhamîd'in oğludur. Onun için Birinci Abdülhamîd ailesi hakkında bir kaç cümle söylemek gerekir: Bu padişah 15 hanımla evlen­di ve bunlardan 23 çocuğu oldu. Bunlardan 4 kızı ile 2 oğlu yaşadı. Diğerleri bebekken öldüler. Bebekken ölenler içinde en çok yaşıyanlar 2. velîahd Şehzâde Mehmed (1776-1781), 2. velîahd Şehzâde Süleyman (1779-1786), 4. velîahd Şehzâ­de Mehmed Nusret (1782-1785), Fatma Sultan (1782-1786), Emîne Sultan (1788-1791)'dır. Üçüncü Mustafa'nın yaşıyan

kızları Ahter-Melek Hanım (17587-1785), Ayşe Dürr-i Şeh- vâr Sultan (Hanım) (17607-1826), padişahlığında doğan Es- ınâ Sultan (1778-1848) ve Hibetullâh Sultan (1789-1841)'dır. liirinci Abdülhamîd'in yaşayan oğulları, Dördüncü Musta­fa (8.9.1779-16.11.1808, saltanatı 29.5.1807-28.7.1808) ile İkinci Mahmud'dur (20.7.1785-1.7.1839, tahta çıkışı 28.7.1808).

Babası Birinci Abdülhamîd öldüğü zaman, Şehzâde Mahmud, 3 yaşını 8 ay ve 18 gün geçiyordu, çok küçük bir çocuktu. 6 yaş büyük ağabeyi Şehzâde (Dördüncü) Musta­fa ise 9,5 yaşında idi. İşte Birinci Abdülhamîd ölüp yerine ağabeyi Üçüncü Mustafa'nın oğlu Üçüncü Selim tahta çık­tığı zaman (7.4.1789), bu 9,5 yaşındaki Şehzâde Mustafa ve­lîahd ve kardeşi Şehzâde Mahmud ise 2. velîahd oldu ve padişah ile bu iki şehzade dışında Osmanoğulları Hânedânı'nın başka hiç bir erkek üyesi, şehzâdesi mevcud değildi. Üçüncü Selim'in de çocuğu olmadığı için, onun 1807'ye ka­dar "devâm eden saltanatı boyunca, Şehzâde Mustafa ile kardeşi Şehzâde Mahmud, Osmanoğulları'nın iki impara­torluk prensi olarak kaldılar, üçüncü bir şehzâde doğmadı.

Şehzâde Mahmud'un hayal meyal hatırladığı babası Bi­rinci Abdülhamîd 64 yaşında, 15 yıllık bir saltanattan sonra ölmüştü (Şehzâde Mahmud doğduğu zaman babası Birin­ci Abdülhamîd 60 yaşını 4 ay geçiyordu). Ölüm şekli patetik'tir: Ukrayna'da Özü kalesinin Ruslar'm eline düştüğü­nü, kaledeki bütün Türkler'in kadın, erkek, çocuk kılıçtan geçirildiğini anlatan Sadrâzam arîza'smı (raporunu) okur­ken beyin kanaması geçirir ve ölür. Tebasını koruyamamış olmanın utancıyle ar damarı çatlamıştır. İşte Sultan Mah­mud böyle bir karakter yapısındaki babadan doğdu.

            Babası öldüğünde henüz dört yaşında olan II. Mahmud, çocuğu olmayan III. Selim tarafından bir öz evlat gibi titizlikle yetiştirilmiştir. III. Selim, IV. Mustafa’nın on dört aylık saltanatı sırasında Şehzâde Mahmud ile sık sık temas ederek ona mûsiki öğretmek bahanesiyle, tahta geçince yapması icap eden her şeyi, yeterli düzeyde telkin etmişti.

            Annesi Nakş-i Dil Vâlide Sultan,Kafkasyalı, muhtemelen Gür­cü'dür. Fransız asıllı olduğunu iddia edenler de vardır. Bu iddiaya göre: “1766 Senesinde Martinik Adası’nda Dûbuk ailesinden Matmazel Dûbuk adında bir kız dünyaya gelir. Aynı tarihte yine aynı a ileden, bilahare Napolyon’un zevcesi olan Jozefin doğmuştur. Bunlar iki kardeş çocuklarıdır (kuzen). Jozefin, Fransa’ya gelip izdivaç yaptıktan sonra Matmazel Dûbuk’da Fransa’ya gelip tahsil yapmak üzere manastıra girer. Tahsilini tamamladıktan sonra 1784’de Fransa’dan gemi ile ayrılır. Gemi yolda su almaya başlayınca başka bir gemi yetişip herkesi kurtarır. Yolcuları Mayorka adasına götürürken yolda Cezayir korsanlarının eline düşen Matmazel Dûbuk esir olur. Sonra da Cezayir’den İstanbul’a getirilir. On beş-on altı ay içinde Matmazel Saray’a girer ve Vâlide Sultan olur. Nihayet 1817’de vefat eder.” II. Mahmud, validesinin akrabalarını araştırmak isteyince, Matmazel Dûbuk’un eniştesi Marle, İstanbul’daki Fransız elçiliğine müracaat eder. Sefirlik bu iddiaya hiç ehemmiyet vermemiştir. Fakat bunun üzerine II. Mahmud’un validesi Fransız olduğuna dair ortada bir kanaat hâsıl olur. Dr. Cabana: “Mamafih bu efsane bir kere ortaya çıkmıştır. Artık onun izâlesi kabil değildir.” der. Bu hikâyenin tarihi bir hakikat olduğunu, ispat edecek kesin bir vesika elde yoktur. Bu meseleyi tenvir için yazılan makaleler hep tezatlar ve yanlışlıklarla doludur.  Bu mesele hakkında o kadar çok yorumlar yapılmış ki, Sultan Mahmud’un ıslahatçılığının temelinde bu Fransız kadının tesiri olduğu ve hatta Sultan Murad’ın Fransızca lisanını sevmesinin sebebi damarlarında Fransız kanının dolaşmasından ileri geldiği de söylenmiştir.

            Bu iddia özellikle Batılı kaynaklarda çok fazla rağbet görmüş ve zaman zaman Fransa’nın Osmanlı ile ilgili ilişkilerinde kullanılmaya kalkışılmıştır. Ahmed Refik Altınay, konu ile ilgili olarak Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda yazmış olduğu bir makalede, Türklerce Pâdişah hanımlarının Türk veya ecnebi olmasının hiçbir kıymeti olmadığını, ancak ecnebi olanlarından devletin çok fenalık gördüğünü, bunların içerisinde olan Rus asıllı bir câriye Hürrem Sultan’ın ihtirasından dolayı üç-dört masum Şehzâde ve iki Vezir-i Âzam’ın kurban gittiğini ifade eder.4 Bu meseleye dair Osmanlı kayıtlarında herhangi bir belge olmamasına rağmen, Batılıların aklına böyle bir hikâyenin durup dururken hangi maksatla geldiğini ve bu iddialarına ısrarla vurgu yapmalarının nedeninin ne olduğunu anlamak kolay değildir.

Şehzâde Sultan Mahmud'un şahsiyeti, Üçüncü Selim'in 18 yıllık saltanatı sırasında oluştu. Bu müddet içinde eğitim ve öğretim gördü. Bilindiği gibi Üçüncü Selim, 1595'te ölen Üçüncü Murad'dan beri gelen padişahlar arasında en yük­sek tahsillisi, en geniş kültürlüsü olarak 1789'da tahta çıktı. Tahta çıktığı günden tam 3 ay, 7 gün sonra Büyük Fransız İh­tilâli (14.7.1789) başlamıştı. Aydın, reformist, enerjik Üçün­cü Selim erkek olarak iktidarlı, fakat kısırdır. 16 cariye ile ev­lenmiş, hiç bir çocuğu olmamıştır. Geleneksel olarak monar­şilerde, velîahd, hükümdarın öz oğlu olmadığı takdirde, hükümdar-velîahd ilişkileri soğuktur. Üçüncü Selim'in velîahdı Şehzâde Sultan Mustafa, onun amcasının (babasının kü­çük kardeşinin) büyük oğlu idi. Oğlu değil, kardeşi ve yeğe­ni bile değildi. Üstelik Şehzâde Mustafa mağrur, durgun, karizmadan mahrum bir prensti. Sultan Selim, velîahdine çok iyi muamele etti, fakat onu sevemedi. Sultan Mustafa da amca oğlu Sultan Selim'i hiç sevememiş, hattâ anlayamamıştır. Muhtemelen çocuk yaşta iken bile Sultan Selim'in radikal reformlarını kavrayamamış, geleneksel düzeni yıkaca­ğından endişe etmiştir. Üçüncü Selim, hiç sevmediği amca oğluna iyi davranmaya şu bakımdan da vicdanen borçlu idi: Şehzâde Mustafa'nın babası Birinci Abdülhamîd, Sultan Se­lim velîahd iken reformcu sadrâzam Halil Hamîd Paşa'mn komplosunda onunla işbirliği yapıp amcasını tahttan indir­mek, yerine çıkmak istemişti. Osmanlı tarihinin önemli iç olaylarından biridir. Meşrû bir imparatoru, Osmanlı hâkan- halîfesi'ni, üstelik hiç bir sebep olmaksızın, sadece radikal reformcu olmayıp ılımlı reformcu (yâni inkılâpçı değil ileri­ci) olduğu için tahttan indirmeye teşebbüsün cezası tektir. Birinci Abdülhamîd, bu cezayı sadrâzamı hakkında uygula­dı, yeğeni olan velîahd Sultan Selim için uygulamadı. Onun için de uygulasaydı yerine yeğeni değil, doğrudan doğruya oğlu geçecekti. Ancak merhametli, sorumluluk duygusuna sahip, Allah'tan korkan bir adamdı. Sultan Selim, amcasının hakkındaki bu davranışım hayatının sonuna kadar unutma­dı ve onun oğlu olan Sultan Mustafa'nın âdeta kendi icraaü- nı beğenmez tutumuna sabretti.

­            Üçüncü Selim'in, velîahd Şehzâde Sultan Mustafa'nın ayrı anneden kardeşi olan 2. velîahd Şehzâde Sultan Mahmud'a karşı tutumu ise, bambaşka oldu. Kendi çocuğu ol­mayacağını anladıktan sonra, 24 yaş küçüğü olan ve tahta geçtiği zaman 4 yaşından küçük bulunan Şehzâde Mahmud'u oğlu gibi kabül etti. Tamamen evlâd muamelesi yap­tı. Üstelik Şehzâde Mahmud, ağabeyi Mustafa'nın aksine sevimli, karizmatik, yakışıklı, olağanüstü zeki ve kavrayış­lı, espri'si olan, mizahtan hoşlanan, tenkitlere kulağı açık bir çocuktu. 4 yaşında kaybettiği babasını zamanla unuttu. Üçüncü Selim'i iç dünyasında babası olarak kabül etmeye başladı. Pâdişâh ve 2. velîahdi olan kuzeni, fevkalâde kay- naşülar. Velîahdinin eğitimi ile rutin şehzâde öğrenimi dı­şında hiç uğraşmıyan Üçüncü Sultan Selim, 2. velîahdinin eğitim ve öğrenimi ile çok yakından ilgilendi.

            İlk Fransızca öğrenen padişah olan II. Mahmud, kendisinden 23 yıl büyük olan III. Selim’in devlet idaresine yönelik fikirlerini benimsemişti. Dolayısıyla onun zaaflarından gereken dersi alarak aynı hatalara düşmemeye çalışmıştır.

Cülûsu da, vefatı da Temmuz ayına denk gelen Sultan II. Mahmud, edebiyata merak salmıştı. Edebiyat, müzik, akâid ve Arapça dersleri alan Sultan Mahmud, Topçuluk alanında çok iyi bilgi sahibi idi. Özellikle XVIII. ve XIX. yy. sultanlarının ortak hedefi olan, Osmanlı Devleti’nin yeniden eski ihtişamlı günlerine döndürülmesi hayalini ana gaye olarak kendisine şiar edinmişti. Tüm Osmanlı Pâdişahlarına dünya ve pâdişahlık hakkında öğretilmesi kural olan mistik bilgiler ona da öğretilmiştir. Hiçbir batı dilini bilmediği için batı hakkında doğrudan doğruya bilgi edinememişti.7 Ayrıca II. Mahmud, kendisinden sonra günümüze kadar gelen tüm Osmanoğulları’nın atası olup, dördü ikbal (Pâdişaha eş olmaya namzet gözde cariye) olmak üzere toplam on yedi tane kadın efendiye ve yirmi üç çocuğa sahiptir.

            Sultan II. Mahmud, âlim, âkil (zeki), muktedir, müdebbir (tedbirli) vakur, mehib (heybetli), ve şecaatli bir hükümdardı. İyi bir şair, bestekâr ve aynı zamanda da hattattı. Devrinin tüm bilgileriyle mücehhezdi. Son zamanlarında biraz Fransızca öğrendiği de rivayet edilmektedir. “Adlî” mahlası (bilahare şiirlerinde kullandığı ikinci adı-lakabı) ile şiirler de yazmıştır.9 Ayrıca Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken bu teşkilatın bir parçası olan Mehterhâneyi de kaldırmış, onun yerine batı türü askerî bandoyu kurmuştu. Ancak o, geleneksel Türk Mûsikîsi hayranıdır. Her ne kadar yenilikçi olsa da, kişisel zevkleri eskiden yana idi. Sultan II. Mahmud, ney üflemede ve tambur çalmada üstâd idi. Türk Mûsikîsinin son büyük hâmisi diyebileceğimiz Sultan II. Mahmud, üstâd bir besteci olarak çok güzel eserler vermiştir. Özellikle onun “Hicaz Divânı”, mûsikîmizin şaheserlerindendir. Hemen hemen Türk müziğinin her türü ile meşgul olan Sultan, otuza yakın eser meydana getirmiştir. Bunlardan yirmi kadar şarkı, bugün hâlâ repertuarlarda yer almaktadır.Sultan Mahmud, Batı Mûsikîsini resmî olarak Türkiye’ye sokmuştur.

            Yine Müzikayı Hümâyûn’u Avrupa ve Türk mûskîleri bölümleri halinde kurmuştur. Ayrıca 1826’da Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye için bizzat kendisi bir marşbestelemiştir. Mûsikîmizin şaheserlerinden olan şu Hicâz Aksak Dîvân’ının güftesi de kendisine aittir.

“Ebrûlerinin zahmı nihandır ciğerimde

Gül-ruhlerinin handelerî çeşm-i terimde

Eşkin yerine kan dökülür dîdelerimde

Sevdâ-yı muhabbet, esiyor şimdi serimde

Takdîre ne hâcet bu da varmış kaderimde”

       Osmanlı hattat Pâdişahları içinde günümüze eserleri en çok ulaşmış olan da Sultan Mahmud’dur. Ebu Eyyûb Türbesi’nde sanduka üzerindeki pûşîde hatlarının da II. Mahmud’a ait olduğu nakledilmektedir.12 II. Mahmud, aynı zamanda zarif ruhuyla pek çok hat şaheserine imza koyan ve dönemin âbide musikîşinası Dede Efendi’ye hürmet ve iltifatlar sunan bir Sultan’dır.13 Ayasofya Camii, Fatih, Bayezid, Süleymaniye, Selimiye, Bursa Ulu Camii, Üsküdar Yeni Valide, Emirgân ve Aksaray Valide Camii gibi hanedan mensupları tarafından yapılan camilerde malakârî tekniğiyle kabartılarak koyu renkli zemine yapıştırma altınla hazırlanmış celî sülüs levhaları bulunan Sultan II. Mahmud’un Bahçekapı’da kendisi yaptırdığı Hidayet Camii’nde de, ağaç kabartma “Ciharyâr takımı” mevcuttur. Yine Selimiye Kışlası’nda da ona ait “Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” Hadis-i Şerifi vardır.

II. Mahmud, Batılı tarihçiler tarafından da “Büyük Hükümdâr” olarak vasıflandırılmıştır. Dâhiliği bir yana, son derece sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahipti.

Başladığı bir işi bitirmede son derece atik ve sert olmakla birlikte icap ettiğinde, yerine göre geri adım atmasını da biliyordu. Pek çok meziyeti kendisinde cem eden Sultan II. Mahmud’un, yetişmesini borçlu olduğu selefi III. Selim’den bu yönleriyle daha dirayetli ve liyakatli olduğunu, daha sonraki pâdişahlık yıllarından anlamaktayız. III. Selim gibi büyük bir sanat koruyucusu ve imarcısı olan II. Mahmud’a, Osmanlı devletinin en buhranlı bir anında tahta çıkmak mukadder olmuştu.15 Harpler ve isyanlar içinde geçen buhranlı bir ömür yaşayan Sultan II. Mahmud, Osmanlı Devleti’nin köklü kuvvetleri olan ocak, ulemâ ve taşrada hâkim âyânın çoğunluğunun desteğini almayı başarmıştı.

III. Selim’in icraatları Sultan II. Mahmud’a ışık olmuştu. Fakat o esnada gerek iç gerekse dış buhranlar sebebiyle uzun bir süre icraatlarını gerçekleştirmeye fırsat bulamamıştı. Zira o esnada ilk hamleyi yapan Alemdâr Mustafa Paşa idi. İster istemez onun bu atılımı Pâdişahı ikinci plana düşürmüştü.17 Sultan II. Mahmud’un en çok eleştirildiği konu, batılılaşmada bazen ölçüyü kaçırmış olmasından ileri geliyordu.

CÜLÛSU

            Otuz birinci sultan olarak otuz bir yıl Osmanlı tahtında kalan Şehzâde Mahmud, III. Selim’in tahttan indirilmesi (21 Rebiülevvel 1222/29 Mayıs 1807) ve onun yerine geçen ağabeyi IV. Mustafa’nın cülûsu ve bunun da Bâbıâlî Baskını ile Alemdâr Mustafa Paşa tarafından hal’i üzerine, 4 Cemâziyelâhir 1223/28 Temmuz 1808 tarihinde Osmanlı tahtına sıkıntılı ve buhranlı bir dönemde oturtulmuştur.19 Çünkü II. Mahmud’un Osmanlı tahtına oturması, Osmanlı tarihinde Kabakçı isyanı diye bilinen ve Sultan III. Selim’in şahâdeti ile sonuçlanan büyük ve tehlikeli bir siyasî olaydan sonra meydana gelmiştir. Bu olaylar Sultan II. Mahmud devrinin siyasî durumu üzerinde derin etkiler yapmıştır.

          III. Selim’in öldürülmesi, akabinde Alemdâr Mustafa Paşa’nın yeniçeri ihtilali ile öldürülmesi, iç isyanlar ve dış savaşlar neticesinde Osmanlı Ordusu’nun devamlı kan kaybetmesi Sultan II. Mahmut’ta, köklü bir düzen değişikliği yapma duygu ve düşüncesinin gelişmesine tesir etmiştir. Bu uğurda pek çok Pâdişah ve vezirlerin, imparatorluğun muhafazacı kuvvetleri önünde yerlerini ve hatta hayatlarını kaybettiklerini biliyordu. Ancak devletin kurtuluşu için başka çıkar yol yoktu. Tek çare, kapsamlı bir ıslahat programının hayata geçirilmesiydi.

            Genel itibariyle Sultan II. Mahmud’un dönemine bakacak olursak, bu dönemde Osmanlı Devleti hızlı bir gerileme sürecine girmiş bulunuyordu. Devlet mali ve ekonomik yönden bozulurken, giderek devlet teşkilatının zayıflaması, ordunun ve eğitim kurumlarının kendini yenilemekten yoksun kalması ayrıca ulaşım ve haberleşme olanaklarının gelişmemiş olması gibi etkenler bu süreci gitgide hızlandıran belli başlı sebepler olmuştur. Vaziyetin en can yakıcı tarafıysa devlet idarecilerinin Avrupa’da meydana gelen değişikliklere itibar etmeyişleridir. Gelişen devletlerarası ilişkilere ayak uyduramadıkları gibi bu gelişmeleri gereksiz görüyorlardı. Oysaki Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulundurdukları daimi temsilciliklerle devletin her şeyinden haberdar oluyorlardı. Dolayısıyla bu yolla zaman zaman devletin içişlerine karışma imkânına da sahip olabiliyorlardı. Bu kötü gidişata dur demek isteyen bazı ileri görüşlü devlet adamları ise, karşılaşmış oldukları muhalefet karşısında bir etki gösterme imkânına maalesef sahip değillerdi.

Sultan II. Mahmud’u bekleyen sorunlar sadece devletin içteki sosyal çöküntüsü ve kurumlarının yozlaşması değildir. 1789 Fransız ihtilaliyle yayılmaya başlayan milliyetçilik cereyanları git gide Osmanlı Devleti’nde isyanlara sebep olan ve devletin yapısını sarsan dış etkenli büyük sorunlar olmuştu.

            Sultan Mahmud, dama çıkmak suretiyle kendini kurtardıktan sonra, kapıların açılması ile âsi cellatlar sağa sola kaçıştılar. Âsilerin kaçmasından sonra Şehzâde Mahmud, hasekiler dairesinin damından kuşhâne damına geçti. Buradan seferli kethüdası Mehmed, Başlala* Tayyar Efendi ve İmam Hâfız Ahmed Efendi’nin dayadıkları bir merdivenden aşağı inerek doğruca Alemdâr Mustafa Paşa’nın bulunduğu yere doğru ilerledi. Bu sırada Sultan III. Selim’in cesedi başında bulunan Alemdâr Paşa, yanına getirilen Şehzâde Mahmud’u görünce, tanımadığı için kim olduğunu sordu. Şehzâde Mahmud olduğunu öğrenince, hemen ondan Selim’in katillerinin cezalandırılmasını istemiş, Şezâde Mahmud’un güvence vermesi üzerine de, beraberce Hırka-i Saâdet Dairesi’ne gitmişlerdi. Tahttan inmek istemeyen IV. Mustafa ise hareme gönderilmiştir.23 Sonuçta, Saraya mahpus edilen III. Selim’i kurtarmak için İstanbul’a gelen Alemdâr Mustafa Paşa, Şehzâde Mahmud’a biat etmiş oldu. Ağabeyi IV. Mustafa’nın yerine Osmanlı saltanat tahtına oturan II. Mahmud’a bu imkânı Alemdâr Mustafa Paşa sağlamış olduğundan, daha sonra onu Sadâret makamına getirerek ödüllendirmişti.Sadrâzam tayin edilmesini, Alemdâr Mustafa Paşa da bizzat Pâdişahtan istemiştir.

            Bu arada, III. Selim’in öldürülmesinden sorumlu olanlardan Başçuhadâr Abdülfettah, Hazine Kethüdası* Ebe Selim, Nezir Ağa, Bağdadlı Naci Ali, Bostancı Deli Mustafa, ve Dârussaâde Ağası Mercan Ağa gibi önde gelen bazı kişiler hemen idam edildiler. Sürgüne gönderilen bazı kimseler de sürgün yerlerinde katledildiler.

Yine Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesinde aktif rol oynayanlardan Köse Musa Paşa ile Nizâm-ı Cedid’e düşman olan Tayyar Mahmud Paşa da öldürüldü.

III. Selim’in katli esnasında ölümden kıl payı kurtulmuş olarak darbeler ve karşı darbelerle başlamış olan Sultan Mahmud’un saltanatı aynı yoğun tempoyla devam etmiştir. Devrini meşgul eden en önemli olaylar, yeniçeri isyanları, merkezi idareyi sarsan dikta idareciler, ayanların terbiye edilmesi, Sırp ve Yunan ayaklanmaları, İran ve Rus savaşları ile özellikle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanıdır.

Sultan II. Mahmud’un saltanatının ilk devresi, (1826-Yeniçeri Ocağı’nın ilgasına kadar geçen süre) menfaatlerini geleneksel düzenin sürdürülmesinde gören, ekseriyetle askerî ve ilmiye sınıfı tarafından temsil edilen, Anadolu ve Rumeli’deki âyânlar tarafından desteklenen ve ıslahat karşıtı olan Yeniçeri cephesinin tahakkümü altında geçti. Alemdâr Mustafa Paşa’nın dört ay gibi kısa süren sadaretinde imzalanan Sened-i İttifak antlaşmasıyla ayanlık kurumunu devlete bağımlı hale getirmeyi amaçlayan bu siyasî girişim, ayanların ferdî hareket etmelerinden ötürü sonuçsuz kalmıştı. Ancak 1832 yılına gelindiğinde devlet bu gaileleri büyük ölçüde temizleyebilmişti. Bütün bunlara rağmen devletin yeniden yapılanması için hayati ehemmiyet gerektiren köklü ıslahatların sürdürülmesi, dönemin en belirgin karakteri olarak yerini korumuştur.

 

ŞAHSİYETİ VE ÖLÜMÜ

 

Sultan Mahmud, sıkıntıyla geçen bir ömrün Sultanı olarak Osmanlı ordusunun Nizip’te uğradığı ağır yenilgiden kısa bir süre sonra, gözlerini hayata yummuştu.

Toplam 31 yıl, 4 gün tahtta kalmıştır. Bu süre, IV. Mehmed (1640–1687) ile II. Abdülhamid (1876–1909) arasındaki en uzun saltanat süresidir. Sultan II. Mahmud’un  saltanat yılları, “Vak’a-i Hayriyye” denilen, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından önce ve sonra olmak üzere iki safhaya ayrılması gerektiği ifade edilir.Mayıs 1813’den itibaren “Gâzi” unvanını kullanan ve yaptığı ıslahatlarla

Osmanlı Devleti’nin yüzünü batıya çeviren II. Mahmud’u, devletin içinde bulunduğu müşkilâtlar iyice yormuş, rahatsızlığı son zamanlarda daha da artmıştır. Saray

hekimlerince akciğer iltihabına yakalanmış olduğu açıklanan Pâdişah, hem manen hem de bedenen büyük bir yıpranmaya maruz kalmıştı. Bu hali ile istirahat etmek için Esma Sultan’ın Çamlıca’daki köşküne gitti. Kendisini muayene eden, Viyana’dan getirilmiş bir hekim, birkaç günlük ömrü kaldığını söyledi. Tabibin verdiği ilaçları kullanan Sultan bir ara iyileşir gibi olmuştu. İyileşmesinden duyulan sevinçle, veba yüzünden tutuklu bulunan hacılar serbest bırakıldı. Kurbanlar kesildi, havai fişekler atılarak çeşitli kutlamalar icra edildi. Ancak II. Mahmud’un bu durumu uzun sürmedi. İyileşmesinin ertesi günü pazarı pazartesiye bağlayan gece (17–18 Rebiülâhir 1255/30 Haziran–1 Temmuz 1839)*, 53 yaşını 11 ay ve 12 gün geçe, hemşiresi Esma Sultan’ın Çamlıca’daki bağında vefat etti. Sultan Mahmud’un na’şı, seher vakti Çamlıca’daki konağından alınarak araba ile Harem iskelesine getirildi. Buradan “yedi çifte kayık” ile Topkapı Sarayı’na taşındı. Hırka-i Saâdet Dairesi yakınında gerekli dinî işlemler yapıldıktan sonra Cağaloğlu’nda, Divânyolu üzerinde ve Çemberlitaş yakınındaki, yine Esma Sultan’ın konağı bahçesine yapılmış olan türbesine defnedildi. Bu semt günümüzde de türbe diye anılmaktadır. Daha sonra küçük oğlu Sultan Aziz ile torunu Sultan II. Abdülhamid onun yanına defnedilmiştir. Yerine, o sıralarda 17 yaşında bulunan oğlu Abdülmecid Osmanlı Tahtına oturdu. “Hân Mahmud’a makam ola Makam-ı Mahmud” mısrası onun ölüm tarihi olarak söylenmiştir.

            Osmanlı tahtına geçen Sultan II. Mahmud, Osmanlı töresine göre Eyüp’te kılıç kuşanma (taklid-i seyf) ve Fatih ile diğer ecdâd türbelerini ziyaret ettikten sonra cülûs

merâsimini tamamladı. Genç yaşta Pâdişah olan Sultan II. Mahmud, devletin içinde bulunduğu iç ve dış buhranlara karşı metanetini koruyor, zekâ, irade ve cesareti

sayesinde geleceğe karşı olan ümidini asla kaybetmiyordu. Şartlara göre metânetini korumasını gayet iyi biliyordu. Ancak gerektiğinde de en şiddetli tedbirlere

başvurmaktan çekinmeyecek bir yaratılışta idi. O, devletin tüm müesseselerini tam olarak modernleştirmeyi kendisine düstur edinmişti.

Sultan II. Mahmud’un şahsiyeti incelenirken, onun üç mühim cephesi üzerinde durmak gerekir.

a) Devlet adamlığı ve askerliği,

b) Yenilikçi kişiliği,

c) İnsanî meziyetleri.

            Sultan II. Mahmud, Osmanlı Pâdişahları arasında uzun süre tahta kalan hükümdarlardan biridir. Oldukça uzun süren bu Pâdişahlığına savaş atmosferi içerisinde başlamıştır. Bir ölüm kaçışından kurtularak tahta oturmuş, genç yaşta kanlı ve dehşet saçan olaylar manzumesinden geçmiş, kısaca zihni kanla yoğrulmuştu. Bir taraftan sarayın çevresinde kanlı çarpışmalar sürerken diğer taraftan ordu, Rusya ile savaş halindeydi. II. Mahmud, Böyle bir ortamda III. Selim’in düştüğü hatayı tecrübe edip, büyük bir dirayet göstererek sekbânları, kendine bağlı diğer teknik askerî kadroyu zorbaların üzerine püskürtmüş ve sonunda onları bertaraf etmeyi başarmıştı. Bu tecrübe onun kişiliğini olgunlaştıran ilk olay olması bakımından önemlidir.

II. Mahmud, dâhilde çıkan pek çok hâdisede, elindeki imkân ve asker gücünü kullanmaktan çekinmemiştir. Eyaletlerdeki mütegallibe ve âyânları teker teker ortadan kaldırdığı gibi, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa aracılığıyla, Hicaz’da büyük tahribata sebep olan Vehhâbîlik meselesine önemli darbeler vurdu. Vehhabî reisini İstanbul’da idam ettirmekten de çekinmedi. Çünkü Sultan II. Mahmud, bir şeyin doğru olduğuna kanaat getirdiği anda, tereddüt etmeden icabını ânında yerine getiriyordu. Zira gözü kara bir fıtrata sahipti. Nitekim aşırı derecede temkin ve tedbir aynı zamanda başarıcının önünde bazen bir engel olabilmektedir. II. Mahmud’un başarılarının arkasındaki sır perdesini araladığımızda, onun bu “gözü kara” özelliğinin önemli bir etken olduğunu görürüz. Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken de aynı tutumu sergilemişti.

Avrupa devletlerine karşı yetersiz kalmasının sebebi ise, zamanında Avrupa devletlerinin kutsal ittifak ve müstemleke zihniyetinde çok mesafe almalarından kaynaklanıyordu. Başta Yeniçeriler olmak üzere askerî sınıflar, devleti koruyup gözetecek disiplinden sıyrılmışlardı. Bunda, Pâdişahın dirayetini hiçe indiren askerî ocakların süfliliği yanında Pâdişahın çevresinde bulunan devlet adamlarının da payı büyüktür. Hükümdârın başarısı elbetteki çevresinde bulunan devlet adamlarının samimîyetine bağlıdır. Askerî ocakların başlarına dirayetsiz komutanlar geldiği için yozlaşmışlar ve çekilmez bir hale bürünmüşlerdi. Komutanların hükmedemediği bu zümreye devlet adamları da söz geçirememiştir. Bu devirde özellikle Rus cephesinde yapılan savaşlarda buna benzer durum çok yaşanmıştı. Pâdişah, başkentten devlet adamlarına ve komutanlarına hâkim olamadığı için ordumuzun kolaylıkla kazanabileceği pek çok savaş, disiplinsizlik ve koordineli hareket edememe yüzünden kaybedilmişti. Bu vb. olumsuzlukların neticesinde, asırlarca dünyaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin bir valisi, ordusu ile Mısır’dan başkente kadar gelmiş ve Pâdişahı kendi istekleri doğrultusunda anlaşma yapmaya mecbur etmişti.

II. Mahmud’un ikinci önemli cephesi, yenilik hareketleridir. Bu hususta çok temkinli davranmaya gayret ediyordu. Bozulan bir müessesenin durumunu ortaya koyduktan sonra kamuoyunu da harekete geçirerek bunu yapmaya çalışıyordu. Ancak bunda ne derece muvaffak olup olmadığı, elde etmiş olduğu neticelerden anlaşılmaktadır. Vaak’a-i Hayriyye denilen olay eğer kan dökülmeden veya zayiat mümkün mertebe asgari ölçüde olacak şekilde atlatılabilseydi sonuç itibari ile Osmanlının talihini değiştirebilirdi. Ancak neyazıkki zayiatın korkunç bir büyüklükte olması devletin her açıdan gücünün iyice erimesine sebep olmuştu. Sonuçta yeni kurulan ordu da olumsuz gelişmelerden dolayı kendini toparlayamamıştı.

II. Mahmud çok meraklı birisidir. Bilhassa Avrupalılarla görüşmeye, Avrupayı incelemeye ve onların düşüncelerine nüfûz etmeye çalışırdı. Bu yönüyle II. Abdülhamîd’e benzer fakat onun gibi düşünceli ve kuşkulu değildir. Vak’a-i Hayriyye günü ise tam bir Dördüncü Murad’dır. Gururla ilgisi yoktur. Zira sanat ve ilim adamlarıyla senli benli konuşmakta ve şakalaşmaktaydı. Gerektiğinde yıllarca sabretmesini biliyordu. Ancak yeri geldiğinde de bir an bile tereddüt etmeden icraya geçebilmekteydi. Neşeli, mizâha yatkın espriden hoşlanan, gülümser çehreli bir adamdı.

            Kaşlarını ender çatmakta, çattığı zaman da yer yerinden oynamaktaydı. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!”, “Denize düşen yılana sarılır!” gibi sonradan atasözü hâline gelen sözler ona aittir. Birincisini 1808’de baba bildiği üstâdı III. Selim’in şehid edildiği gün, ikincisini ise can düşmanı R.usya ile Hünkâr İskelesi antlaşmasını imzaladığı gün söylemiştir.

            Sultan II. Mahmud, askerliğin yanı sıra bilgi ve teknolojinin önemini çok iyi anlamış bir Pâdişahtı.  Halk tarafından ağır eleştirilere tutulmasında Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın, geniş bir propaganda faaliyetine girişmesi de etkili olmuştu. Buna mukabil Pâdişah, bu propagandalara karşı kendisini savunacak yeterli miktarda devlet adamı ve yenilik taraftarı bulamıyordu. Böyle bir destekten mahrum olması, yaptığı ıslahattan kısa zamanda sonuç almasına mani olmuştu. Onun bu faaliyetleri kalıcı olabilmesi için bu ıslahatları sürdürecek yeni bir neslin yetişmesi de gerekiyordu. Meselenin bu tarafı nazar-ı itibara alındığında Sultan II. Mahmud’un ne kadar zor bir iş için çabaladığı daha iyi anlaşılır.

            II. Mahmud’un ıslahatlarını Rus çarı I. Petro ve Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın yapmış olduğu ıslahatlarla kıyaslamak yanlıştır. Çünkü sosyal yapı itibariyle bu toplumlar nitelik bakımından birbirinden oldukça farklı bir yapıya sahiptiler. Rus halkı Hıristiyan olduğu için Avrupa müesseselerine uyum sağlaması oldukça kolay olmuştur. Mısır halkı Müslüman olmakla birlikte Mehmed Ali’ye muhalif olan Kölemenler bertaraf edildiği için ortada ıslahatları kesecek engel kalmamıştı. Ayrıca kısa bir süreliğine de olsa Mısır’ı işgal eden Fransız ve İngilizlerin teçhizat ve nizâmları herkes tarafından görülmüş ve bu durum ıslahatın öneminin kavranmasına yardımcı etken olmuştu.

            Sultan II. Mahmud’a, devletin maddi ve manevi gücünü temsil eden yeniçeriler ve ulemâ karşı çıkıyordu. Pâdişah Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması için ulemâyı ikna etme uğruna çok büyük bir çaba sarfetmiş ve sonunda muvaffak olmuştu. Gerçi yapılanlar devletin çehresini birden bire değiştirmedi, ama kendisinden sonra gelen hükümdârlara örnek oldu.278 İşin aslına bakacak olursak II. Mahmud, bir taraftan ıslahat çalışmasının zorluğu altında ezilirken diğer taraftan ıslahatlara muhalif olanlarla mücadele etmeye çalışmıştır. Böyle bir ortamda başarı sağlamak ebetteki zordur.

            Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde Sultan Mahmud’u şu sözlerle ifade eder. “II. Mahmud, Türk tahtının iki buçuk asırdan, Kanunî’nin ölümünden beri görmediği çapta bir hükümdârdı. Böyle bir hükümdâra her zaman tesadüf etmek mümkün değildi. Gene de, imparatorluğun zamanından önce dağılmasını önleyecek şahsiyetler yetişmiş, ancak II. Mahmud’un radikal reformları takip edilemediği için Avrupa medeniyeti seviyesine erişmek mümkün olmamıştı.” Diğer Pâdişahlar gibi, vatanını âdeta kendi bedeninden ayırmıyordu.

            Bedenindeki rahatsızlık tüm vücuduna tesir ederek git gide, vücudunun hasta düşmesine sebep olmuştu ve kırk yaşlarında tüberküloz hastalığına yakalanmıştı. Benzer şekilde Amcası III. Mustafa’da Rus savaşının üzüntüsü sebebiyle vefat etmişti. Babası I. Abdülhamid ise, Rusların Özü Kalesi’ndeki Türkleri nasıl katlettiklerini bildiren Sâdaret Arîzası’nı okurken kalp krizinden vefat etmişti. Çünkü bu yüce sultanlar hakiki vatan sevdalılarıydı. Devlet-i Âlî, daha evvel benzer yenilgilere maruz kalmamıştı.

            Dolayısıyla gönlü vatan ve millet sevdasıyla dolu olan bu Hünkârların üzüntüden vefatlarına bir bakıma gıpta ile bakılmalıdır.

            Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi adlı eserinde, Sultan II. Mahmud’un zamanında Türkiye’ye gelen (1833 senesinde) ve milletimizin içinde bulunduğu durumu tahlil ve tetkik eden Fransız edip Lamartin’in şu tespitlerine yer vermektedir. “Sultan II. Mahmud, zârif, asil görünüşlü, orta boylu, 45 yaşlarında bir adam. Mavi gözlü, tatlı bakışlı, teni renkli ve esmer, dudaklarında ince bir eda var. Kara kehribar gibi siyah sakallı. Ona bakan, fesi olmasa bir Avrupalı sanabilirdi. Pantolon ve çizme giymişti. Yürüyüşü sinirli ve bakışları endişeli idi. Sultan II. Mahmud’un yüzünü gördükten sonra ona merhamet duymamak imkânsız. Neyazıkki onu bekleyen kara yarınları düşündükçe, bu temenniler insanın kalbinde kalır. Sultan II. Mahmud, hakikaten büyük adam olsa idi, kaderini değiştirir, benliğini saran kara talihini yenerdi. Daha zaman var: Bir millet ölmedikçe kendinde, din ve milliyetinde, maharetli bir dehanın besleyebileceği, hızlandıracağı, şanlı bir yeniden doğuşa götüreceği bir enerji prensibi yaşar. Kaderi ne olursa olsun, tarih ona acıyacaktır. Çok büyük işlere girişmek istedi. Ağacın dallarını baltalamayı bildi. Ama bu güçlü ve sıhhatli gövdenin ayakta kalan kısmına yeni bir hız, bir hayat vermesini bilemedi. Bunda kabahatli mi? Kabahatli diyorum. Türkiye Mahmud’un hayatına bağlıdır ve o imparatorlukla aynı günde ölecektir.” Aynı şair, yapılan kıyafet inkılâbını ise şu cümlelerle tenkit etmiştir. “Asil ve zarif sarığı kaybetmiş olmanın utancını duyar gibi kırmızı yünden cüppeyi, şalvarı, kemeri ve kaftanı bırakıp, kötü dikilmiş gülünç ve sefil Avrupa kıyafetini kabul etmişler. Böylelikle bu millet, ağırbaşlı ve muhterem görünümünden ayrılarak Frenklerin zavallı birer taklitçisi olmuştur.”

            Sultan II. Mahmud’un ömrü hep sıkıntı ve ızdırap içinde geçmiştir. Nihayet ömrünün son demlerine yaklaşırken bir diğer üzüntü haberi olan Nizip yenilgisini henüz öğrenmek üzere iken ecel buna mani olmuştu. Sürekli, ardı sıra çekmiş olduğu sıkıntılar, nihayetinde onu verem hastalığının pençesine düşürmüştü. Nitekim Nizip Savaşı’nın kötü mağlubiyet haberi İstanbul’a ulaşınca Hünkâr’ın çevresinde olanlar bu mağlubiyet haberini ondan saklamışlardı. O, İstanbul’a ulaşan ancak kendisinin bilmediği bu haberden iki gün sonra gözlerini hayata yummuştur. Sultan II. Mahmud, bitmek tükenmek bilmeyen iç ve dış gaileler içinde geçen ömrü boyunca hiçbir zaman ümitsizliğe düştüğünü çevresine yansıtmamış, metanetini, karar ve hüküm istidadını muhafaza etmeye, azami derecede riayet etmişti. Devletin dağılmasını önlemek için canla başla gayret etmiş ve yaşamı elverdiği sürece bu çabasını hep sürdürmüştür.
       Her sahadaki yenilik ve reform hareketleri ile devlete yeni bir canlılık kazandırmaya çalışmıştı. Bu uğraşından ötürü bazı kesimler kendisine ağır itham ve küfürlerde bulunsa da o, bunları sineye çekip yılmadan bildiği doğru yoldan ayrılmamıştı. Ancak her şeyden önce o da bir insandı ve belli bir dayanma gücü vardı. Devletin kara talihi sürekli kötüye gittiği için insan olarak yıpranmış ve amansız hastalığa yenilmişti.

            Engelhard yapıtında onu anlatırken şu ifadelere yer verir. “Yeniçerilere galip etdiği günden beri Sultan Mahmud’u sanki takip eden sû-i tâlih müşârun ileyhî hayatının son günlerine, takrib mevte kadar bâr-i şeâmeti altında ezmişti.”
Sultan II. Mahmud, başta İstanbul olmak üzere ülkenin birçok yerinde hayır eserleri yaptırmıştır. Mimaride Barok üslubun Ampir üslubuna geçiş dönemine rastlayan bir ortamda, yaptırdığı Nusretiye Camii bu devrin en güzel örnekleridir.

      Tophâne semtinde, 1822’de inşaatına başlanan camii, tam dört yılda tamamlanmıştır. Camii, barok ve ampir süslemeler arasında Râkım’ın yazıları ile tezyin edilmiştir.

        Bunun dışında Arnavutköy ile Kumkapı Camileri de II. Mahmud’un önemli eserleri arasındadır. Ayrıca Selimiye Kışlası’nın bir kısmını yeniden yaptırmıştır.

Çengelköy’deki Kuleli Kışlası ile Rami, Maçka, Beyoğlu Kışlasını, Halıcıoğlu’nda Humbarahâne’yi, Kasımpaşa’da Kalyoncu Kışlası’nı inşa ettirmişti. Ayrıca Edirne ve Şumnu Kışlaları da onun eseridir. Yine Bahçeköy’de Büyük Bend, Harbiye, Bahriye, Sıhhiye ve Adliye gibi mektepler ile tersanede havuz, Tüfenkhâne, Dikimhâne, Bayezid Yangın Kulesi, Baruthâne, Mescid-i Aksa ile Haremeyn’de medrese, Konya’da Mevlana türbesinin kubbesi, Süleymaniye bendleri, Mehterhâne, Yenikapı Mevlevihânesi, Galata Sarayı, Bursa’da Emir Buhari türbesi, Atik Ali Paşa’daki Hırka-i Şerif makamları, Unkapanı’ndaki Buhari tekkesi, Tarabya Camii ve çeşmesi, Sütlüce tekkesi ve Beylerbeyi çeşmesi gibi pek çok eseri ilave tamirlerle yeniden yaptırmıştır.

            Sultan II. Mahmud uzuna yakın orta boylu, geniş omuzlu ve kumral biri olup ince ve sevimli bir yüzü vardı. Pek çok çocuğu olmuştur. 1808–1829 yılları arasında çeşitli tarihlerde evlendiği on sekiz eşi olmuştur. Yedisi Sultan Mahmud’un zamanında vefat etmiştir. Bunlardan Bezm-i Âlem İkinci Kadınefendi (1807–1853) I.

Abdülmecîd’i doğurarak 1839-1853’te, II. İkbâl Pertev-nihâl Hanımefendi (1812–1883) ise Sultan Abdülaziz’i doğurarak (1861–1876) valide sultan oldular. II. Mahmud’un en son ölen eşi Başıkbâl Hüsn-i Melek Hanımefendidir (1812–1886). Sultan Mahmud hayatta iken ölen ikinci eşi Âlîcenâb Başkadınefendi, Veliahd Abdülhamid Efendi’nin annesidir. Fatih’te sebil yaptırmiştır. 1809’da ölen ilk eşi Fatma Başkadınefendi’nin yerine başkadın olmuştu. Onun yerine ise, Pertev-Piyâle Nevfidân (1793–1855) Başkadınefendi oldu. Dört Sultan ve bie şehzâde doğurdu ancak hiçbiri yaşamadı.

            1832’de üvey kızı Âdile Sultan’ı evlat edindi. Mekke-Medîne yoksulları ve Topkapı Sarayı için vakıfları vardır. Zindankapısı’nda camii vardır. Üvey oğlu Sultan Abdülazîz 1865 mayısında Londra’dan satın alınan bir savaş zırhlısına ve ayrıca yatlarından birine Pertev-Piyâle adını vermiş olmasından anlıyoruzki, şehzâdeliğinde bu üvey annenin kendisine çok emeği geçmiştir. Âdile Sultan’ın annesi Zer-nigâr ikinci Kadınefendi ise 1832’de öldü. Saliha Sultan’ın annesi Âşûb-i Cân (1793–1870) ikinci Kadınefendidir.

            Sultan Mahmud’un ölümünden sonra Beşiktaş’taki Sâhilsarayı’nda ve Çamlıca’daki kasrında yaşamıştır. 1859 yılı başında hac için gittiği Mekke’de ölen ikinci Kadınefendi Hoşyâr Hanım ise Mihr-i Mâh Sultan’ın annesidir. Maçka’da sarayı vardı. Ayrıca Burgaz’da cami ve medrese, Kasımpaşa’da çeşme yaptırmıştır. Dördüncü Kadınefendi Pervîz-felek (ö. 1863) hanım ise Atiye, Hadîce ve bebek iken ölen Fatma Sultanların annesidir. Sultan Mahmud’un sondan bir önceki eşi Üçüncü İkbâl Tiryâl Hanımefendi (1810–1883) meşhurdur. Sultan Aziz zamanında İkinci Valide Sultan muamelesi görmüştür. Çamlıca ve Üsküdar’da çeşmeler yaptırmıştır. Çamlıca’da camlı köşkü Beylerbeyi’nde sarayı vardır.

 

II. Mahmud Devrinin Sadrâzamları ve Şeyhülislâmlar

I. Sadrâzamlar:

Mustafa Paşa (Rusçuklu, Bayraktar) (1807–1808)

Memiş Paşa (Arnavut) (1808–1809)

Yusuf Ziya Paşa (1809–1811)

Ahmet Paşa (Trabzonlu) (1811–1812)

Hurşit Paşa (Gürcü) (1812–1814)

Mehmet Emin Rauf Paşa (1814–1817)

Derviş Mehmet Paşa (1817–1819)

Seyyit Ali Paşa (Ispartalı) (1819–1820)

Ali Paşa (Benderli) (1820–1820)

Salih Paşa (Elhac, hacı) (1820–1822)

Abdullah Paşa (1822–1822)

Ali Paşa (Silahdâr) (1822–1823)

Mehmet Sait Galip Paşa (1823–1824)

Selim Mehmet Paşa (1824–1828)

İzzet Mehmet Paşa (Darendeli) (1828–1828)

Reşit Mehmet Paşa (Gürcü) (1828–1832)

Mehmet Emin Rauf Paşa (1832–1839)

 

II. Şeyhülislâmlar

 

Mehmet Arif Efendi (Arapzâde) (1808–1808)

Mehmet Esat Efendi (Salihzâde) (1808–1808)

Esseyyit Abdullah Efendi (Dürrîzâde) (1808–1810)

Ömer Hulûsi Efendi (Samanîzâde) (1810–1812)

Esseyyit Abdullah Efendi (Dürrîzâde) (1812–1814)

Esseyyit Mehmet Zeynelabidin Efendi (1814–1817)

Mustafa Asım Efendi (Mekkîzâde) (1817–1818)

Halil Efendi (Elhac) (1818–1820)

Esseyyit Abdülvehhab Efendi (Yasincizâde) (1820–1822)

Ahmet Reşit Efendi (Sıtkızâde) (1822–1823)

Mustafa Asım Efendi (Mekkîzâde) (1823–1825)

Mehmet Tâhir Efendi (Kadızâde) (1825–1827)

Esseyyit Abdülvehhab Efendi (Yasincizâde) (1827–1832)

Mustafa Asım Efendi (Mekkîzâde) (1832–1845)286

 

 

 



 
YAZARDAN  
  Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır. …sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. * *: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır. Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay. Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.







 
ZİYARETÇİ DEFTERİ  
 
 
İSTANBUL EFENDİSİ  
 




 
TARLA KUŞUYDU JULIET  
 



 
Bugün 8 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol