.
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  SULTAN IV. MUSTAFA
  PADİŞAHLARIN EŞLERİ
  OSMANLI HANEDANI SOY AĞACI
  YENİÇERİ VE KAPIKULU SÜVARİLERİNİN İSYANLARINA İLİŞKİN BİR ANALİZ
  II.MAHMUD DÖNEMİ'NDE GİYİM KUŞAM
  II. MAHMUD
  OSMANLI KRONOLOJİSİ
  III. SELİM DEVRİNDE MUSÎKİ HAYATINDAN KESİTLER
  ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI
  KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI
  KİMİ UNVANLAR, TABİRLER
  OSMANLI'DA MÜZİK
  DEVLET TEŞKİLATI
  ISLAHATLAR
  SENED-İ İTTİFAK
  OSMANLI ARMASI
  İLBER ORTAYLI'DAN MAHMUD, SELİM, SADRAZAMLAR PADİŞAHLAR...
  ORDU
  II.MAHMUD'UN MÜZİSYENLİĞİ
  OSMANLI DEVLET TÖRENLERİNİN TOPKAPI SARAYI’NDAN DOLMABAHÇE SARAYI’NA İNTİKALİ
  AYAN
  BAB-I ALİ YANGINI VE ALEMDAR VAK'ASI
  SIR KÂTİPLİĞİ VE RUZNÂME
  III. SELİM'İN SEHİD EDİLMESİ
  27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR
  31 MART VAKASI
  TÜRK DARBELER TARİHİ
  KADIN HAYATINDAN AYRINTILAR
  ALEMDAR MUSTAFA PAŞA'NIN SADRAZAMLIĞI
  PAŞALIK MÜESSESESİ (avi)
  OSMANLI ORDUSU (video)
  HAREM (AVİ)
  OSMANLI PADİŞAHLARI (avi)
  BATILILAŞMA (avi)
  OSMANLI AİLESİ (avi)
  HUKUKSAL AÇIDAN SENED-İ İTTİFAK
  SENED-İ İTTİFAK YORUMU
  KİMİ MERASİMLER
  III. SELİM DÖNEMİ YENİLEŞME ÇABALARI
  HALININ TARİHİ
  19.yy'DAN BAŞLIKLAR
  SIRP İSYANI VE OSMANLI-RUS SAVAŞI
  III. SELİM DEVRİNDE NİZAM-I CEDİDİN ANADOLU'DA KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR
  SENED-İ İTTİFAK'IN TAM METNİ
  SENED-İ İTTIFAK lLE MAGNA CARTA'NlN KARŞILAŞTIRILMASI
  FRANSIZ İNKILABI’NIN TÜRK MODERNLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ
  YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILIŞININ TAŞRADAKİ YANSIMASI
  TÜRK MODERNLEŞMESİNİN AMBİVALANT DOĞASI
  TÜRKİYE'DE BATILILAŞMA DEĞERLERİNİN ARAÇLAŞMASI
  OSMANLI YÖNETİCİLERİNDE ZİHNİYET DEĞİŞİMİ VE BATILILAŞMANIN BAŞLANGICI
  SARAY MÜZİĞİNDE YAYLI ÇALGILAR
  XIX.YY'DA İSTANBUL' DA SANAT VE MUSİKİ
  TOHUM VE TOPRAK YILLARINDA TÜRKİYE
  EDEBİYAT-TARİH-TİYATRO İLİŞKİSİ
  19.YY İLK YARISINDA KADIN GİYSİLERİ
  KEMAL TAHİR VE BATILILAŞMA
  TÜRKLERDE ÇERAĞ MUM VE ATEŞ
  ELEŞTİRİLER



  




																							
EDEBİYAT-TARİH-TİYATRO İLİŞKİSİ



KAYNAK: YENİ TÜRK EDEBİYATI BAĞLAMINDA TÜRK TİYATRO ESERLERİNDE GENÇ OSMAN VAK'ASI / 
Müzeyyen BUTTANRI (Doç. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,)

Tanzimat’tan günümüze yazılmış eserlerin oluşturduğu bir edebiyat olan “Yeni Türk Edebiyatı”nın önemli kaynaklarından biri de tarihtir. Bu dönemde Batı’dan alınan ve yeni bir tür olarak edebiyatımıza giren tiyatro, roman, hikâye vb. baştan beri hükümranlığını sürdüren şiirin yanında edebiyatın önemli ürünlerini oluşturmuşlardır. Tarihteki olaylar ve şahsiyetler, Yeni Türk Edebiyatının özellikle tiyatro, roman ve hikâye türlerine hazır malzeme verdiklerinden tarih, edebiyatçılarımızın ilgi alanlarından biri olmaya devam etmektedir.
 
Edebiyat-Tarih İlişkisi
İnsanlık tarihinde tarih anlayışı başlangıçtan beri önemli değişiklikler göstermiştir. Bu nedenle “Tarih nedir?” sorusuna verilen cevaplar da her devirde birbirinden farklı olmuştur.
Tarih bir bilim olup, onu meydana getiren olaylar ve şahsiyetler bir takım belgelere dayandırılarak verilir; ancak bugün bu belgelerin de birer yorum olduğu, onların da birileri tarafından yazıldığı için gerçekleri tam olarak yansıtmadığı düşünülmektedir.
Sanat eserleri gibi, tarih de bir yorumdur ve bu yorum devrin şartlarına ve yorumu yapan kişilere bağlıdır. Tarihteki olayların oluş tarihleri her tarihçi tarafından kesin olarak bilindiği halde, bunların nasıl olduğu, şartları, gelişmesi, sonuçlarının ilgili ülkelere etkisi değişik tarihçiler tarafından farklı şekillerde yorumlanmaktadır.
Aynı tarihî olayı ya da şahsiyeti konu alan edebî eserlerde de yorumlar birbirini tutmamaktadır. Edebiyat-tarih ilişkisi ilk zamanlardan beri insanların kafalarını kurcalamıştır. Aristoteles Poetika’sında dram sanatı ile tarihi kıyaslarken dramı tarihe göre daha değerli bulur. Ona göre dram sanatı (şiir), tarih bilgisinden daha felsefi ve daha yüksektir.
Çünkü şiir, evrensel olanı, tarih ise özel olanı verir.Tarihî gerçeklerle günümüz olayları arasında pek çok bakımdan benzerlikler bulmak mümkündür. Bu nedenle bugünü konu alan yazarlarımız için de tarih önemli bir kaynak olmaktadır.Tarihî olayların her tarih kitabında aşağı yukarı birbirine benzer
yorumları vardır. Ancak sanatçılarımızın tarihî olaylar üzerindeki
yorumları çok daha çeşitlidir. Yorumlar devirlere ve sanatçılara
göre büyük farklılıklar arz eder.
Yazarlar konularını tarihten de alsa, eserlerini gelecek için
kaleme alırlar. Bugünden yarını görmek ancak geçmişi bilmekle
mümkündür. Sanatçı geçmişteki bir olayı ya da şahsiyeti olduğu
gibi bir ayıklama yapmadan alırsa bu eser geçmişin günümüze
nakli, kişiyi olduğu gibi alırsa bu bir yaşam öyküsü olur, ama sanat
eseri olmaz. Sanatçı konusunu tarihten alıyorsa gerçeklik bozulmadan
sanatsal bir yaratılıcılıkla yeniden kurgulayacaktır.
Tarihçi ve sanatçının tarihî bir olayı işlemesi farklıdır. Tarihî
bir eseri, tıpatıp tarihteki bir olaya benzemedi diye eleştirmek
yersizdir. Bir tarihî olay için “kesinlikle böyle” demek mümkün
değildir. Olaylara bakış ve olayların yorumu, tarihçiler için bile tek
olmayacağına göre, sanatçının yorumu da değişik olacaktır.
Konusunu, malzemesini tarihten almış edebî eserlerde, tarihîlik
prensibinin bozulması sonucunda oluşan geçmişi idealize,
tarihi tahrife sebep olur. Geçmişi idealize ve tarihi tahrip ile tarihin
hakikatleri unutularak arka plâna atılması, bağışlanamayacak pek
çok hatalara sebebiyet verebilir. Tarihin mantığı dışında olay ve
kişileri işlemek de bir eseri tarihten uzaklaştırır.
Tarihî eserlerde konu, malzeme tarihî dönemlerle ilgili gibiyse de, bu eserler yazıldığı devrin sorunlarını ele alırlar. Tarihî olay sadece bir paravandır. Tarihîlik ve çağdaşlık bu eserlerde birbiriyle örtüşür. Günün sorunlarına dikkat çekme, onlara çözüm yolları arama, halkı, yöneticileri uyarma görevini de üstlenirler.
Yoksa geçmişte olan bir olayın bugüne taşınmasının anlamı olamaz.
Büyük sanat eserlerinde tarih ve çağdaşlığın birbiriyle iç içe olduğu görülmektedir.


Edebiyatımızda Tarihe Yönelme

Batı edebiyatlarında yazar ve şairlerin tarihe yönelmeleri
çok eski olduğu halde bizim edebiyatımızda tarih duygusunun ele
alınışı, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonradır. Bizde Tanzimat’a kadar şuurlu bir tarih görüşü olmadığı için, sadece yaşanılan devirdeki fetih, sefer gibi bazı askerî mahiyetteki olay ve
şahıslara temas edilmiştir.1. Hâlbuki tarih duygusu, kişinin yaşadığı
devirden önceki zamanı ele aldığında görülebilir. Geçmişteki
bir şahsiyet, olay ya da bir eşyayı konu aldığımızda ortaya çıkan
tarih duygusu, Divan şiirinde görülmez. Vatan, millet gibi millî
kavramlarla, tarihin şöhret ve kahramanlarını konu edinmeyen
Divan şairleri, eski bir mimari için değil, yeni yapılan cami, çeşme
için şiirler söylerlerdi. Edebiyatımızda tarihin ve tarihî şahsiyetlerin
birer değer olarak ele alınıp işlenmesi, Tanzimat sonrası Türk
edebiyatı ile başlamıştır.
Tanzimat’tan itibaren yazılmaya başlanan tarih kitapları
[Hayrullah Efendi’nin Devlet-i Aliye-i Osmaniye Tarihi (I. Cilt 1853;
ikinci cilt 1864), Cevdet Tarihi (ilk cildi 1854, son cildi 1884), Ahmet
Vefik Paşa’nın Hikmet-i Tarih ve Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi (1863)
vb.] ile Namık Kemal’in Devr-i İstilâ (1867), Barika-i Zafer (1872) ve
Evrak-ı Perişan (Selahaddin-i Eyyubî ve Fâtih: 1872; Selim: 1873) gibi
tarih yazılarından sonradır ki yazarlarımızda tarihe karşı ilgi artmıştır.
N. Kemal, Emir Nevruz Beyin Terceme-i Hali Mukaddimesi’nde
Türk edebiyatında tarihî muhteva eksikliğini belirtir.
Namık Kemal’in Evrak-ı Perişan’ında Fâtih ve Yavuz Sultan Selim’in
biyografileri verildikten sonradır ki bu hükümdarlar edebiyatımızda
konu olarak alınmaya başlanmıştır. Namık Kemal başta olmak üzere Ahmet Midhat Efendi, Şemseddin Sami, Hasan Bedreddin, Mehmet Rıfat Abdülhak Hâmid, Muallim Naci vb. gibi yazarlar, edebiyatın değişik türlerinde tarihi konu alırlar. Tarihten ders ve moral almak, devrinde söyleyemediklerini tarih vasıtasıyla söylemek, Avrupalıların Osmanlıya bakışına tarih ile cevap vermek, bu dönem edebiyatçılarının tarihe yönelmesinde etkili olmuştur.
3 Edebiyatımızda Namık Kemal’in eserleri ile başlayan tarih duygusunu, gerçek anlamda işleyen Abdülhak Hâmit’tir. Onun Fâtih (1879) ve Selim (1883) hakkında yazdığı manzumeler, kendisinden sonraki şairleri uzun süre besleyen kaynak olmuştur.
Edebiyatımızda tarih duygusunun işlenişi, II. Meşrutiyet (1908)’ten önce oldukça sınırlı olmuşsa da bu tarihten itibaren büyük bir serbestlik ortamını idrak eden yazarların tarihî konulara önem verdikleri görülmektedir. Bu devirde milliyetçilik akımının gelişmesi, uğranılan büyük hezimet, yazarlarımızı kendi tarihimize yöneltirken, millî tarih bilincinin de yerleşmesine önderlik etmiştir. 1912’de kurulan Türk Ocaklarının yayınladığı tarih kitapları ve Türkçülük üzerine yapılan yayınlar, tarihî konuları eserlerinde işleyen yazarlarımızı da etkilemiştir. Ancak eski Türk tarihini işleyen eserler, Cumhuriyetin ilânından sonra ele alınacaktır.
Büyük felâketlerin yaşandığı Meşrutiyet yıllarında yazarlarımızda tarihe ilginin artmasını Birinci şöyle izah eder: “Tarihin zaferlerle dolu sayfaları ile birlikte felâketli devrelerinin çeşitli sanat dallarında olduğu gibi edebî eserlerde de sürekli bir şekilde işlenmesi, milletlerin tehlikeye düştükleri anlarda, millî varlıklarını korumak için yaptıkları mücadelelerde ihmali mümkün olmayan önemli bir kuvvet kaynağıdır.”
Sema Uğurcan, yazarların tarihe yönelişini, ders ve moral almak, çağında söyleyemediklerini söylemek, Batı’nın İslâm ve Osmanlı’ya karşı menfi bakışına cevap vermek, yazarların devirlerinde bulamadıkları kahramanlık ruhunu, özledikleri büyüklüğü geçmişte aramak gibi gerekçelerle açıklamaktadır.
Yazarlarımızın tarihten aldıkları şeyler, çoğunlukla hasretini çektikleri değerler olmuştur. Türk milletinin yok olmakla karşı karşıya geldiği günlerde aydınlarımız, maziden alınan örneklerle toplumumuzun bilincinde tehlikeleri göğüsleme imanının doğmasına çalışmışlardır.
Bir var olma mücadelesi sonunda(1923) Atatürk’ün önderliğinde
kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde tarihe bakış açımızda
önemli değişiklikler olmuştur. Türk tarihine karşı gittikçe artan bir
ilgi başlamıştır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, kimliğini ve varlık nedenlerini
Osmanlı dışında aramaya çalışmıştır. Türk toplumunu,
çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmayı hedefleyen Cumhuriyet döneminin
yöneticileri, gelenekçi tutumu yok ederek yeni kurumlar
tesis etmeyi, örgütler kurarak toplumun yeni yetişen kuşaklarını
çağdaş düşünce ortamında yetiştirmeyi amaçlamışlardır. Osmanlı
kültürüyle bağlar koparılmaya çalışılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, otoritesini her alanda sağlamlaştırdıktan
sonra kültürel faaliyetlere hız verilir. Atatürk’ün direktifleri
ile Türk tarihi ve Türk dili ile ilgili çalışmalar başlatılır. Cumhuriyet
rejiminin halka benimsetilmesi için bütün yurtta Halkevlerinin
şubeleri açılır, köylerde halkodaları tesis edilir. Halkevlerinin bünyesinde
kurulan değişik topluluklar ile devrin tarihî görüşü benimsetilmeye,
ulusal bilinç, Türklük bilinci yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.
Atatürk döneminde genelde eski Türk tarihine yönelen
edebiyatçılar, Osmanlı ile ilgili pek eser vermemiş, ya da Osmanlıyı
felâkete götüren nedenleri ele alarak Cumhuriyet rejiminin övgüsünü
yapmışlardır. Tarihî konulara edebî türlerde yönelme
Cumhuriyet döneminde de devam etmiş, 1970’li yıllardan sonra
bu yönelme daha da artmıştır.
 
Tarih- Tiyatro İlişkisi
 
Yeni Türk edebiyatının önemli edebî türlerinden olan tiyatro
için tarih, dünyada olduğu gibi bizde de önemli bir kaynak
olmuştur. Konusunu tarihî olaylar ve tarihî şahsiyetlerden alan
oyunlar, tarihî tiyatro denilen bir türün doğmasına neden olmuştur.
“Tarihî tiyatro nedir?” sorusuna Metin And, “Konularını tarihî
kaynaklardan alan, kamu düzeninin önemli olaylarını işleyen,
çoğu kez tarih verileriyle çağdaş sorunlara değinen, genellikle bir
örnek, bir öğrenek, bir uyarma tonu taşıyan oyunlardır.”7 cevabını
verir.
Tarih ile tarihî tiyatronun birbirleriyle ilişkisi sanatçıları
zaman zaman meşgul etmiştir. “Tarihsel oyunlar tarihten hangi
olayları ve kişileri alır ve bunları nasıl işler?” sorusu tarihî oyun
yazarlarına sık sık sorulan sorulardandır. Niyazi Akı, tarihî dram
yazarlarının konularını tarihin arka plânında kalmış az bilinen tarihî
olay ve kişilerinden seçtiklerini, bu seçimin de yazara özgürlük
sağladığını söyler. “Yazarlar tarihsel olay ve kişileri ne kadar
az değiştirirse o kadar tarihî drama yakın, ne kadar fazla değiştirirse,
o kadar romantik drama yakın olurlar.”8 demektedir. “Oyun
yazarları tarihten nasıl bir kişiyi seçmeli?” sorusuna Orhan Asena:
“Elbette günümüzde yaşayanı. Yaşaması yetmez, çağımızın
insanını etkilemeli. Hele toplumumuzu etkiliyorsa daha da
iyi.”; “Hangi konuyu seçmeli?” sorusuna da “Günümüzde sürüp
gideni. Yalnızca sürüp gitmesi yetmez, çalkantısı içinde yitirmeliyiz
kendimizi. Trajik ya da komik. Bir ucundan duyabilmeliyiz
yankısını. Eğer toplumumuzun bir çeşit yaşantısı halinde sürüp
gidiyorsa, bu geçmiş olaylar daha iyi.” demektedir.9
Tiyatro eserleri devrinin koşullarından en fazla etkilenen
edebî türlerdendir. Konusunu geçmiş zamanlardan bile alsa, devrinin
olaylarından kendini koruyamaz. Çünkü tiyatro, içinde yer
aldığı topluma ayna tutar. Toplum kendi içinden çıkan oyunlar
aracılığı ile yaşamını dramatize eder. Sorunlarını sahnede somut
biçimde gören toplum, çevresine ve kendine eleştirel gözle bakar.
Reşat Nuri, bazı oyunların zamanımızdan çok önce yazılmış olsalar
bile, günümüzdeki sosyal değişmeler ve yıpranan değerler nedeniyle
de güncellik kazanabileceğini söyler.
Tarih ile tarihî tiyatronun birbirleriyle münasebeti çok yakın
da olsa şüphesiz tarih için gerekli olan bütün şartların bir edebî
eser olan tarihî tiyatroya aynen uygulanması beklenemez. Çünkü
tarih bir bilim, tarihçi de bir bilim adamıdır. Oysa tiyatro bir sanat,
yazar da bir sanatçıdır. Lessing bu konuda şöyle der:
“Dramatik ozan, tarihçi demek değildir. O bir
zamanlar ne olmuş olduğunu anlatmaz, ancak bir
olayı tekrar gözlerimizin önüne getirir; bunu
yaparken de yalnız bir tarihî gerçeği hatırlatmak
amacını gütmez, başka ve daha yüksek amacı
vardır. O, bizi kandırmak, böylece yüreklerimizi
etkilemek ister.”
Lukacs tarihle tragedyayı kıyaslarken:
“Olayların uzun ve tarihî gerçeğe uygun olarak tarih tarafından
sunuluşu tragedyaya oranla daha kurudur. Tarihle karşılaştırıldığında
tragedyada olaylar olaysal içerikten yoksundur.”
der.
Tiyatro yazarı için tarih ateşleyici bir unsurdur. O, hayal
gücü, yaratıcılık, üslûp, estetik unsurlar ile bir sanat eseri meydana
getirir. Tarihçi her ne kadar yorum da yapsa, hayal gücünü de
kullansa yine de bir olayı aktaran kişidir. Hâlbuki tiyatro yazarı
oynayabilmesi için gerekli düzenlemeleri meydana getirir.
Tarihçi ile sanatçı arasındaki bir başka ayrıcalık da dram
sanatı, zaman ve mekânı kullanışta tarihçiye göre daha özgündür.
Çünkü yazdığı eserde zaman ve mekân zorunluluğunu aşabilir.
Bir tiyatro eseri izleyicilerine konu edindiği olay ve kişilerin ötesinde
değişik olay ve kişileri çağrıştırabilir. Bazen de yazarlar
esinlendikleri bazı tarihsel olayları belli bir zaman ve mekâna
oturtabilmekte özgür davranabildikleri için bu oyunlar evrensel
boyutlar da kazanabilmektedir. Kimi oyunların tüm ülkelerde beğeni
ile izlenmesinin nedeni de budur.
Tarihî eserler her ne kadar tarihe tıpatıp uymak zorunda
değilse de yazar, izleyicinin tarih bilgisini dikkate almak zorundadır.
Geçmişi günümüz insanına günümüzün sorunları ile getirmesi
şarttır. Sanatçının eserinde, tarihte kalmış sorunları tarihteki çözümleri
ile vermesi onu zor duruma sokar, hatta gülünç yapar.
Her sorunun çözümü her devirde başka olmaktadır. Her devir sorununu
kendi çözümüyle halleder.
Konusunu tarihten seçen bir yazarın çalışmasını anlatan
Sadık Tural: “Yazar vesikaların ortaya koyduğu malzemeyi önce
öğrenir; sonra kendisine tesir eden unsurlar arasında seçmeler,
ayıklamalar yapar; daha sonra da edebî yaratmanın sihri ile onlara
can verir.” der.
Yazar, tarihî olay ve kişileri ele alırken olayların sebep ve
sonuçlarını kendine göre yorumlayabilir. Ancak tarihî gerçeklerden
de çok fazla sapmamak kaydıyla. Çünkü o, sanatçıdır ve sanata
karşı bir takım yükümlülükleri vardır. Sanatçı özgürce düşünür,
yorumlar yapabilir. Hülya Nutku, “Tarihsel oyunlar, ‘nostalji’, yani geçmişe duyulan özlem değildir; kimi kez geçmişle bir hesaplaşma, kimi kez yalnızca geçmişten bir yaprak, bir tattır, bazen de bugün adına bir sestir.” der. Tiyatronun tarihten daha evrensel olduğunu, çünkü tiyatronun gerçeği, ideali ele aldığı halde, tarihin olanları işlediğini söyler. Bir sanatçı olan tiyatro yazarının tarihe bakarak ondan devri için pek çok sonuçlar çıkarabildiği halde, bir bilim adamı olan tarihçinin olaylardan hüküm çıkararak genel yargılara vardığına işaret eder.
Tarih ile tragedya arasındaki diyalektik ilişkinin ilk kez Lessing’in yazılarında izlendiğini söyleyen Hülya Nutku: “Tragedya için tarih, bir adlar deposudur. Eğer yazar kendi konusunu aydınlatacak tarihsel olaylar bulursa bu depodan kullanır. Yazar için karakter, olaylardan daha kutsal sayılmalıdır.
Bu deneyle yazar, hangi noktaya kadar tarihsel gerçekten uzaklaşabilecektir?
Karakterleri ilgilendirmeyen bütün konularda istediğince... 
Yazar için yalnızca karakterler kutsaldır; o, yalnızca onları güçlendiren şeyleri eklemek zorundadır.” demektedir.
Tarihî tiyatro tarihe dayanır ama tarihe teslim olmaz. Bu nedenle de yazar, gerçekliğini kurarken, düşselliğini verirken tarihçiye değil, seyircisine karşı sorumludur. Bir tarihçi ile bir sanatçı çoğu kez inandırıcılık ve gerçekçilik üzerinde çatışırlar. Tarihî tiyatroda konuşulan dil ile kostümler olay zamanına uymalıdır. Aksi takdirde bu tarihi bozar, gerçekçilik özelliğini kaybeder. Tarihî tiyatroların yazılış nedenleri üzerinde duran Metin And: “Çeşitli çağlarda tarihî oyunların çeşitli yazılış gerekçeleri değişik olmuştur. En çok yazıldıkları çağlar daha çok ulusal bilincin uyandığı, ulusal birliğin kurulmaya çalışıldığı dönemlerdir. Ancak estetik kaygının bildiri, propaganda yönüne üstün geldiği zamanlarda tarihî oyunlar, tarih nesnelliğinden, gerçekçiliğinden uzaklaşmışlardır. Kimi çağlarda ise, tarihî oyunlar çağdaş sorunlara bağlanacak yerde tersine bu sorunlardan uzaklaşmıştır.” demektedir.
Tarihî tiyatrolarda geçmişi alıp bugüne getirmek gerekir.
Yoksa yazar, sadece geçmişte bir gezinti yaptırmış olur. Tarihte kalan sorunların çözümleri geçmişte bulunabilir. Bir sanatçı geçmişteki çözümlere bağlanamaz. Çünkü her çağ kendi çözümünü kendi çağının şartlarında arar. Eğer sanatçı geçmişteki çözümlere bağlanırsa, komik durumlara düşer. Çünkü her çağ kendi yaşantısını yaşamış ve sorununu çağın gereklerine göre çözmüştür. Yazar, tarihî oyunlarda olayları tarihçi gibi sergilemez. Onları çağının düşünce ve sorunları açısından değerlendirerek izleyicisini bir yargıya götürür.
 
Türk Edebiyatında Tarihî Tiyatro
Batı’da tarihsel oyunların ilk örneklerine antik Yunan’da rastlanır. Aiskhylos’un “Persler”i bilinen ilk tarihî oyundur.(M.Ö. 472) 16. yüzyılda, antik çağ masalları ile orta çağın dinsel hikâyeleri, yerini bireysel-trajik olaylar ile toplumsal tarihe bırakmıştır.Milliyetçilik bilincinin geliştiği bu yüz yılda millî tiyatrolar da kurulmaya başlar. Bu devirde görülen ilk tarihî oyunlar, Shakespeare, Corneille, Lope de Vega’ya âittir. Tarihî tiyatrolar, milliyetçilik hareketlerinin bir anlatım biçimi olarak romantik tiyatro içinde öne çıkmışlardır. 20. yüzyıl başında Stringdberg’in örneklerini verdiği tarihî oyunlar, belli bir estetik görüşe araçlık eden oyunlar olarak devam etmiştir. Sartre, Shaw gibi. Tarihsel oyunlar daha sonra gerçekçi yöntemle, nesnel ve toplumsal gerçeklikle ele alındıkları zaman tarihin gerçek diyalektik anlamı içinde ortaya konabilmektedir. Brecht gibi. Günümüzde tarihsel oyunlar belgesel oyun anlatımı içinde de verilmektedir.
Avrupa’da uzun bir geçmişe sahip olan, romantik çağda yazarların millî tarihe yönelmesi ile gelişme gösteren tarihî tiyatrolar, bizde Tanzimat döneminde yazılmaya başlanmıştır. Bunda romantizmin etkisi ile batıda yazılan tarihî oyunların ve Namık Kemal’in rolü büyüktür.
Tarihî roman gibi tarihî tiyatro da, yıkılmakta olan devleti, yok olmakta olan vatanı kurtaracak kahramanların hayatlarını aksettirmenin bir aracı olarak çıkmıştır.
İlk örneklerini Tanzimat’tan sonra görmeye başladığımız batılı anlamda tiyatro eserlerimizde de yazarlarımızın ilk yıllardan itibaren tarihe karşı ilgi duydukları görülmüştür. Edebiyat tarihimizde ilk tiyatro örneği olarak kabul edilen Şinasi’nin Şair Evlenmesi’nden (1859) önce, Türkçe yazılan tiyatro eserlerinden üçü, her ne kadar bir tarih şuuru ile ele alınmamışsa da- konusunu Türk tarihinden alır. Hikâye-i İbdâ-ı Yeniçeriyan Ba Bereket-i Pir-i Bektaşiyân Şeyh Hacı Bektaş Veli-i Müslüman, 1761’de Türkçe olarak Thomas Chabert tarafından yazılmış ilk tarihî oyundur. Konusunu Osmanlı’nın ilk yıllarına tesadüf eden Yeniçeri ocağının kuruluşundan alan eserde olaylar, 1362’de geçer. Bir yabancı yazar tarafından Türkçe yazılan bu oyunun yazılış gerekçesi Türkçe öğretmektir. Yine Viyana’da bulunan ve Nasrettin Hoca’nın fıkralarından meydana getirilmiş bir oyun olan Nasrettin Hocanın Mansıbı’nın, kimin tarafından yazıldığı ve ne zaman basıldığı belli değildir. Metin And, bu eserin bir Türkçe okutman tarafından ve 1802 tarihinde yazılmış olabileceğini tahmin etmektedir. Eserde Nasrettin Hoca, fıkraları ile tanıtılmaktadır. Hayrullah Efendi’nin yazdığı ancak devrinde tanınmamış olan Hikâye-i İbrahim be İbrahim-i Gülşeni 1844’te yazılmıştır. Konusunu Kanunî döneminde Vezir İbrahim Paşa’nın serdar olarak katıldığı Bağdat seferi sırasında geçen olaylardan alan eserde, aynı zamanda Gülşenî tarikatının kurucusu Şeyh Gülşenî’den de bahsedilir. Tanzimat’ta sayısı az da olsa bir takım tarihî oyunlar kaleme alan yazarların henüz Türk tarihine yönelmekte çekingen davrandıkları görülmektedir. Meselâ Ahmet Necip’in İdbar ve İkbal, Hamit’in Macera-yı Aşk (1873), Şemseddin Sami’nin Gave ve Seydi Yahya (1875) vb. oyunlar konularını yabancı tarihlerden seçmişlerdir. Bu yıllarda sayıları az da olsa konusunu Osmanlı tarihinden alan oyunlara da rastlıyoruz. Dr. Aleksandr Y. İstamadyadi’nin Gazi Osman’ı, Mehmet Rıfat’ın olduğu sanılan Fâtih Sultan Mehmet yahut Feth-i Celil-i Kostantiniyye vb. Niyazi Akı, 19. yüzyılda yazılan tarihî dramların sayısının on beşi geçmediğini ve içindeki fazlaca hayal ürünleri nedeniyle bunlara tarihî dram demenin güç olduğunu belirtir. 1873’ten sonra edebiyatımızın tarihsel olaylara, siyasî amaçla da olsa, ilgi duyuşunu göstermeleri bakımından bu eserlerin önemli olduğuna işaret eder. II. Abdülhamit döneminde tarihî oyunlar yazılmaz. Serveti Fünun yazarlarımız için tarih, hiç ilgi duymadıkları konulardandır. 1908’de II. Meşrutiyetin ilânıyla tarihî oyunlar için uygun bir ortam yaratılmıştır. “Bu devirde yazılıp oynanan tarihî oyunların sayısı yüzden fazladır.” Ancak bu eserlerin neredeyse tamamı elimizde yoktur. İçeride ve dışarıdaki yenilgilerin, bozuk düzenin yarattığı umutsuzluk, karamsarlık, aşağılık duygusunun yarattığı çöküntünün üzüntüsünü, parlak devirlerin şaşası ile unutmak, avunmak için pek çok tarihî olay ve tarihî şahsiyet için eserler yazılıp oynanmıştır. Bu devirde görülmeye başlayan fikir akımları da yazılan bazı tiyatro eserlerinde kendilerine destek arar. 1911’de sahnelenen yirmi beş eserin on altısı Osmanlı tarihinin muhtelif vakalarını ele aldığını söyleyen Alemdar, 1912’de oynanan otuz yedi eserin yirmi beş tanesinin tarihî piyes olduğunu ve bir kaçı hariç bu eserlerin yazarlarının bilinmediğini söyler. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yazılan ve halkevlerinde oynanan tiyatro eserlerinin çoğunun konusu, eski Türklerin yaşamları, savaşları, uygarlıkları, büyük meziyetleri olmuştur. Osmanlı, bu kurumun oyunlarında ya hiç işlenmemiş, ya da eleştirilerek Cumhuriyet rejiminin övgüsü yapılmıştır. Kurtuluş Savaşı ve Atatürk üzerine yazılan oyunlarda savaşta gösterilen Türk kahramanlığı yanında, Anadolu’daki ülkücü, yurtsever insanlar arasında kıyaslamalar da yapılmış, bir kısım oyunlarda da Orta Asya Türkleri üzerinde durulmuştur (Mete, Özyurt, Attilâ, Akın vs.). Bu dönemde yazılan pek çok oyun yakın tarihimizi ele almıştır. Atatürk’ün tarih ve dil görüşünü de destekleyen (Bay Turgan, Türk Kanı, Alp Arslan, Sümer Ülkerleri, Attilâ, Mete vb) oyunlardan sonra yavaş yavaş Osmanlı dönemine giden yazarlar, çağdaş yorumlarla tarihî oyunlar vermişlerdir. Pek çok oyun yazarımızın tarihi önemli bir kaynak görmesi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Türk tarihinin pek çok olay ve şahsiyeti tarihî oyunlarımızda işlenmektedir. Bu oyunların bir kısmı Osmanlıyı gerileme ve yok olmaya götüren nedenler üzerinde durarak eleştirmişlerdir. (Türk Kömürünü İlk Bulan Türk Uzun Mehmet, Kozanoğlu vb.) Özellikle Musahipzade’nin eserleri Osmanlıyı değişik açılardan yermiştir. Bir kısım eserlerde de Osmanlı döneminde yapılan yenilik hareketlerinin bazı çevrelerce engellenmesi ele alınmıştır ki bunlardan biri de konumuz olan Osmanlı padişahı Genç Osman’ı işleyen (Genç Osman) adlı eserlerdir. Orhan Asena, Turan Oflazoğlu gibi yazarlarımız tarihî oyunlarında psikolojik incelemelere ağırlık vermişlerdir. Güngör Dilmen, Nazım Kurşunlu, Refik Erduran, İlhan Tarus, Hidayet Sayın vb. gibi yazarlarımızın konularını tarihten seçtikleri eserleri vardır. 1970’den itibaren güncel konulardan uzak durmaya çalışan yazarlarımızın tarihî şahsiyet ve olaylara daha çok itibar ettikleri gözlenmektedir. Cumhuriyetin 75. yıl kutlamalarından tiyatro da nasibini almış, pek çok tarihî oyun bu vesile ile tiyatromuza kazandırılmıştır. Enginün, Cumhuriyet döneminde Osmanlı tarihine ilginin gitgide arttığını, yazılan tarihî tiyatroların güncel olaylarla yakın ilgisi olduğunu, H. Taner, T. Oflazoğlu, Dinçer Sümer gibi pek çok yazarın değişik açılardan tarih malzemesini şahsî yorumlarıyla ve teknikleri ile işlediğini söyler.
 
 

 
 
YAZARDAN  
  Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır. …sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. * *: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır. Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay. Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.







 
ZİYARETÇİ DEFTERİ  
 
 
İSTANBUL EFENDİSİ  
 




 
TARLA KUŞUYDU JULIET  
 



 
Bugün 6 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol