.
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  SULTAN IV. MUSTAFA
  PADİŞAHLARIN EŞLERİ
  OSMANLI HANEDANI SOY AĞACI
  YENİÇERİ VE KAPIKULU SÜVARİLERİNİN İSYANLARINA İLİŞKİN BİR ANALİZ
  II.MAHMUD DÖNEMİ'NDE GİYİM KUŞAM
  II. MAHMUD
  OSMANLI KRONOLOJİSİ
  III. SELİM DEVRİNDE MUSÎKİ HAYATINDAN KESİTLER
  ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI
  KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI
  KİMİ UNVANLAR, TABİRLER
  OSMANLI'DA MÜZİK
  DEVLET TEŞKİLATI
  ISLAHATLAR
  SENED-İ İTTİFAK
  OSMANLI ARMASI
  İLBER ORTAYLI'DAN MAHMUD, SELİM, SADRAZAMLAR PADİŞAHLAR...
  ORDU
  II.MAHMUD'UN MÜZİSYENLİĞİ
  OSMANLI DEVLET TÖRENLERİNİN TOPKAPI SARAYI’NDAN DOLMABAHÇE SARAYI’NA İNTİKALİ
  AYAN
  BAB-I ALİ YANGINI VE ALEMDAR VAK'ASI
  SIR KÂTİPLİĞİ VE RUZNÂME
  III. SELİM'İN SEHİD EDİLMESİ
  27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR
  31 MART VAKASI
  TÜRK DARBELER TARİHİ
  KADIN HAYATINDAN AYRINTILAR
  ALEMDAR MUSTAFA PAŞA'NIN SADRAZAMLIĞI
  PAŞALIK MÜESSESESİ (avi)
  OSMANLI ORDUSU (video)
  HAREM (AVİ)
  OSMANLI PADİŞAHLARI (avi)
  BATILILAŞMA (avi)
  OSMANLI AİLESİ (avi)
  HUKUKSAL AÇIDAN SENED-İ İTTİFAK
  SENED-İ İTTİFAK YORUMU
  KİMİ MERASİMLER
  III. SELİM DÖNEMİ YENİLEŞME ÇABALARI
  HALININ TARİHİ
  19.yy'DAN BAŞLIKLAR
  SIRP İSYANI VE OSMANLI-RUS SAVAŞI
  III. SELİM DEVRİNDE NİZAM-I CEDİDİN ANADOLU'DA KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR
  SENED-İ İTTİFAK'IN TAM METNİ
  SENED-İ İTTIFAK lLE MAGNA CARTA'NlN KARŞILAŞTIRILMASI
  FRANSIZ İNKILABI’NIN TÜRK MODERNLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ
  YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILIŞININ TAŞRADAKİ YANSIMASI
  TÜRK MODERNLEŞMESİNİN AMBİVALANT DOĞASI
  TÜRKİYE'DE BATILILAŞMA DEĞERLERİNİN ARAÇLAŞMASI
  OSMANLI YÖNETİCİLERİNDE ZİHNİYET DEĞİŞİMİ VE BATILILAŞMANIN BAŞLANGICI
  SARAY MÜZİĞİNDE YAYLI ÇALGILAR
  XIX.YY'DA İSTANBUL' DA SANAT VE MUSİKİ
  TOHUM VE TOPRAK YILLARINDA TÜRKİYE
  EDEBİYAT-TARİH-TİYATRO İLİŞKİSİ
  19.YY İLK YARISINDA KADIN GİYSİLERİ
  KEMAL TAHİR VE BATILILAŞMA
  TÜRKLERDE ÇERAĞ MUM VE ATEŞ
  ELEŞTİRİLER



  




																							
ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI

 

ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN “1808 YENİÇERİ AYAKLANMASI VE ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI


Yrd. Doç. Dr. Fatih ÜNAL

 

 

        19. asrın başları, hızla yayılan Fransız emperyalizmi karşısında büyük devletlerin oluşan yeni konjonktüre göre ittifak arayışlarına sahne oldu.

        Modernleşme yolunda önemli adımlar atan Osmanlı devleti, Fransız ve Rus yayılmacılığı karşısında topraklarını muhafaza edebilmek için Avrupa’da siyasi dengelerin çok hızlı değiştiği bu dönemde uluslararası muvazene politikasına yönelerek mevcut durumu muhafazaya çalıştı.

        Napolyon Bonapart’ın Fransa’da imparatorluğunu ilan etmesi ve

Avrupa’daki zaferi İstanbul’da Fransızların kısa süre önce Osmanlı topraklarına yönelik tehditlerini unutturmuş, Rusya’nın Balkanlarda bulunan Osmanlı topraklarına karşı hasmâne politikaları karşısında III. Selim Fransa’yla ittifaka daha önem vermeye başlamıştı. Fransız elçisi General Sebastiyani’nin de diplomatik maharetiyle kısa sürede Osmanlı devleti savaşta ve barışta Fransa’nın müttefiki, İngiltere ve Rusya’nın ise düşmanı haline geldi. Rusya ile Fransa arasında savaşın başladığı tarihlerde Ruslar savaş ilanına bile gerek duymadan Eylül-Ekim 1806’da Osmanlı hudutları içinde bulunan Hotin ve Bender kalelerini ele geçirdi. Kili ve Akkerman kaleleri de aynı akıbete uğradı. Bunun üzerine Osmanlı devleti müttefiki Fransa’ya güvenerek Rusya’ya savaş ilan etti. Osmanlı ordusu 30 Mart 1807’de sefere çıktı ve 24 Mayıs’ta Silistre’ye ulaştı. Ancak iki taraf arasındaki münasebetler daha çok Fransa’nın tutumuna bağlı olduğu için herhangi bir ciddi muharebe yaşanmadı.

        Bu sıralarda Fransa, Rusya ile Tilsit muahedesini yaptı. Tilsit muahedesine göre Fransa, Osmanlı devleti ile Rusya arasında önce mütareke ve ardından barış antlaşması yapılmasına arabuluculuk yapacaktı. Eğer Osmanlı devleti bunu kabul etmezse, o zaman muahedenin gizli maddelerine göre Fransa ve Rusya Osmanlı Avrupa’sını aralarında paylaşacaktı. Tilsit Muahedesinde kararlaştırıldığı gibi mütareke görüşmeleri başladı ve Reisülküttap Galip Efendi Ağustos 1807’de Slobozia’da Ruslarla mütareke yaptı. Bu mütarekeye göre Ruslar 35 gün içinde Memleketeyn’in tahliyesini kabul ediyordu. Bunun üzerine Osmanlı ordusu kışı geçirmek üzere Edirne’ye döndü.

        Fransa ve Rusya aralarındaki barışı ittifak derecesine ulaştırdı. 12 Ekim 1808’de Napolyon ve Çar Aleksander arasında yapılan Erfurt görüşmesinde Fransa, Memleketeyn’in Ruslar tarafından ilhâkını kabul etti. Fransa’yla bu ittifaka güvenen Rusya mütareke hükümlerine uymayarak Memleketeyn’i boşaltmaya yanaşmadı. Artık Fransa için de Osmanlı devletinin ittifakına ihtiyaç kalmamıştı.

Bu esnada Kabakçı Mustafa isyanının çıkması ve III. Selim’in tahttan ferâgat etmesiyle Fransa, Osmanlı reformlarının askıya alınmış olmasını ve Osmanlı’nın düzelmesinin artık imkânsız olduğunu bahane ederek Osmanlıyı gözden çıkardığı gibi, Osmanlı-Rus barışı sürecine de yeterli desteği vermedi. Osmanlı-Rus barış antlaşması görüşmeleri için görevlendirilmiş olan Muhip Efendi’nin Paris’teki girişimleri de çeşitli bahanelerle geciktirildi.

        Fransa’nın Rusya’yla işbirliği ve Osmanlıyı Rusya karşısında yalnız bırakması, hatta Rusya’yla birlikte Osmanlı topraklarını paylaşma tasarıları, payitahtta Fransızlara artık güvenilemeyeceğini ortaya koymuş, Ruslarla barış görüşmelerinde Osmanlı kendisi çözüm aramak telaşına düşştü. Bu arada Ruslarla yapılan mütareke sürecinin sona ermesi ve halen barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilememesi üzerine Osmanlı devleti barış görüşmeleri için Ruslarla doğrudan temas kurma yolunu seçti. Rus orduları baş komutanı olarak mütarekeden hemen sonra Tuna memleketlerine tayin edilen ve Bükreş’te bulunan Aleksander Aleksandroviç Prozorovsk’a müracaat edildi. Erfurt görüşmesinin ardından isteklerini Osmanlıya kabul ettirme fırsatı yakalamış olan

Rusya, Fransa ile ittifakın uzun sürmeyeceğini bildiğinden elini çabuk tutmak istiyordu. Osmanlı murahhaslarıyla yeniden barış müzakerelerine girişmek için Prozorovsk da, hükümetinden bu yönde talimat almış bulunuyordu. Osmanlı devletinin bu müracaatına cevap mektubunu Rus Feldmare_ali tarafından kurye olarak İstanbul’a gönderilen Aleksander Grigoreviç Krasnokutsk getirdi. Onun geldiği günlerde İstanbul, devlet otoritesinin sarsıldığı, dâhilî karışıklıkların yaşandığı, askerî-idarî alanda belirsizliklerin hüküm sürdüğü, büyük devletlerin diplomasi savaşlarının hız kazandı_ı merkezlerden biri haline gelmişti.

        Aslında III. Selim’in azliyle başlayan süreçte Osmanlı devleti tarihinin en karışık günlerini yaşıyordu. Nizâm-ı Cedid karşıtlarının Kabakçı Mustafa önderliğinde yeniçerileri ayaklandırması sonucu III. Selim Nizâm-ı Cedid’i kaldırdığını ilan ettiyse de, bununla yetinmeyen asilerin baskısı sonucu tahtı IV. Mustafa’ya bırakmak zorunda kalmıştı. Yeniçerilerin baskı ve zorbalıklarına dayanamayan ve “Rusçuk Yârânı” olarak tarihe geçen Nizâm-ı Cedid taraftarı devlet adamları Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa’ya sığınarak onun desteğiyle III Selim’i yeniden tahta çıkarmak ve reformların devam etmesini sağlamak istiyordu. Alemdar Mustafa’yı bu konuda ikna etmeye muvaffak olan Rusçuk yaranı onu ordusuyla İstanbul’a getirtmiş ise de, bu esnada III. Selim’in katledilmesi planları değiştirmişti. Hayatta kalan II. Mahmut tahta çıkarılmış, o da Alemdar’ı sadrazam tayin etmişti. Artık iktidarda devlet işlerinin inceliklerine pek vakıf olmamakla birlikte, kuvvet ve kudrete mâlik ve reformlara açık Alemdar ve Rusçuk yaranı bulunuyordu. Alemdar döneminde ayanlarla Sened-i İttifak yapılarak onların itaat altına alınmasına çalışılmış, Nizâm-ı Cedid’i ihya etmek üzere Sekbân-ı Cedid adında yeni bir askeri ocak teşkil edilmişti.

        Alemdar’ın sert ve etkin politikaları yeniçerileri sindirmiş ise de kin ve öfkelerini ortadan kaldırmamıştı. Ruslarla mütareke yapılmış olmasına rağmen henüz barış antlaşması için ilerleme kaydedilememişti. Barış görüşmeleri için Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’ya gönderilen Grigoreviç’in İstanbul’a geldiği tarihlerde İstanbul patlamaya hazır bir bomba idi. Yeniçerilerin isyan hazırlıkları son aşamasına gelmişti. Ancak kutsal Ramazan ayının çıkması bekleniyordu.

        Hem Osmanlı devletinin hem de Rusya’nın şiddetle bir barışa ihtiyacının olduğu kritik bir dönemde İstanbul’a gönderilen Grigoreviç’in İstanbul’la ilgili asla unutamayacağı hadiseler tabiî ki yeniçerilerin isyanıdır. Günlüğünün önemli bir kısmını bu isyana ayıran Grigoreviç zaman zaman ölümle burun buruna dahi gelmiş, bazen talihi bazen de sakin ve temkinli tutumu sayesinde İstanbul’u mahşer yerine çeviren bu olaylar karşısında herhangi bir ciddi tehlikeyle karşılaşmamıştır.

        Gerek Alemdar Mustafa Paşa ile ilgili gerekse Yeniçerilerin isyanı hakkında müdahalelere ve duyduklarına dayanarak verdiği bilgiler Osmanlı kaynakları ile örtüşmektedir.

        İstanbul’u kâbusa çeviren, Osmanlı tahtının gelece_ini sıkıntıya sokan ve büyük maddî ve manevî zararlara yol açan bu isyanın başlıca sebebi bilhassa askeri alanda yapılmak istenen reformlar idi. isyan sonrasında zaferi kazanan reform karşıtları yani yeniçeriler olmasına kar_ın netice itibariyle daha büyük bir reformcunun yani II. Mahmut’un yolunu açması dolayısıyla yine de reformcular olacaktır.

 

1-Grigoreviç’in İstanbul’a Gelişi

 

        Grigoreviç 4 Kasım 1808’de Rus ordusu Feldmareşali Knez Aleksander Aleksandroviç Prozorovsk’un karargâhının bulunduğu Bükreş şehrinden tercümanıyla birlikte yola çıktı. Hava muhalefeti dolayısıyla Rusçuk istikametinde bulunan Petr köyünde geceledikten sonra ertesi gün yola devam ederek sabah erken saatlerde Türklerin elinde bulunan bir sınır karakolu olan Giurgiu (Jurji) Kalesi’ne ulaştı. Burada daha önceden kendisiyle tanışğı ve geleceğinden haberdar olan Edim Paşa tarafından karşılandı ve hiç vakit kaybetmeden kendisini Tuna üzerinden Rusçuk’a yollamasını rica etti. Edim Paşa birkaç gündür devam etmekte

olan nehrin şiddetli dalgaları dolayısıyla onun bu teklifine sıcak bakmadıysa da ısrarları karşısında bir kayık temin edilerek Grigoreviç yola çıkarıldı. Üç saatlik zorlu bir nehir yolculuğundan sonra Osmanlı genel karargâhının bulunduğu Rusçuk’a ulaşan Grigoreviç burada fazla kalmadan, yanlarına verilen bir Tatar’ın refakatinde yola devam ederek önce Razgrad (Hazergrad)’a, ardından Djuma (Cuma) şehrine, oradan Osman Pazar’a, daha sonra Balkan dağları üzerinden yapılan iki günlük zorlu bir yolculuğun ardından 8 Kasım sabahı Slivni şehrine vardı. Slivni’den sonra sırasıyla Yanbolu, Adrianopol, Babaeski, Burgaz, Çorlu, Silivri, Büyük ve Küçük Çekmece yoluyla Marmara denizi sahilini takip ederek gece yarısı saat 2’de İstanbul’a geldi. Ramazan münasebetiyle fenerler ve mahyalarla aydınlatılmış olan camileriyle İstanbul onu adeta büyüledi. İstanbul’da bütün yabancı temsilciliklerin bulunduğu Pera’ya geçen Grigoreviç Rusçuk’tan tanıdığı Ermeni asıllı Bogos’un hanesine yerleşti.

 

2-Grigoreviç’in Alemdar Mustafa Paşa ile Görüşmesi

 

İstanbul’da kendisine rehberlik eden kişi Rus taraftarı, muhtemelen ajanı olan ve Manuk Bey olarak bilinen Ermeni asıllı Emanuel Marzaian idi. İstanbul’a geldiği günün sabahı, evinde kaldığı Bogos’un kardeşi Gabriel’i Rusçuk’tan tanıdığı Manuk Bey’e göndererek gelişini vezir Mustafa Paşa’ya ulaştırmasını istedi. Manuk Bey Mustafa Paşa’nın hizmetinde görev yapan onun en sevdiği ve en yakın adamlarından birisi idi. Hiçbir eğitim almamış olmasına rağmen çok zeki ve kurnaz biri olarak bilinen Manuk Bey, uzun yıllar Mustafa Paşa’nın hizmetinde görev yaptığı ve onun güvenini kazandığı için hükümet işlerinde etkili ve aynı zamanda İstanbul’un önde gelen Ermeni tüccarlarındandı. Gabriel kısa sürede dönerek Manuk Bey’in vezirin yanına gittiğini ve kendisini orada beklediklerini haber verdi. Bunun üzerine Grigoreviç derhal Gabriel’le birlikte vezirin huzuruna çıkmak için Bâb-ı Ali’nin yolunu tuttu. Kapıda Manuk Bey kendilerini karşıladıktan sonra vezirin huzuruna alındı. Rus kurye Alemdar hakkında yeterli malumat edinmiş bulunuyordu. Alemdar’ı günlüğünde şöyle anlatıyor: “Büyük vezir (Alemdar), zamanında sıradan bir bayraktar imiş. Rusçuk yakınında bir paşanın (Tirsiniklioğlu İsmail Ağa) kethüdası imiş. Ancak dik başlı ve zeki. Etrafında topladığı adamlarla eşkıyalık yapmış. Kendi efendisi ve hâmisini öldürmüş. Her yeri yağmalayarak oldukça güçlenmiş. Büyük bir ordu kurarak kendisini bütün Rumeli’nin ağası ilan etmiş. Birçok kez İstanbul üzerine taarruzlara teşebbüs etmiş. Sultan kendisini mecburen paşa olarak tanımış ve kıymetli hediyeler göndermiş. Kısa bir süre önce Selim’i tahttan alaşağı etmeleri üzerine Alemdar Selim’i yeniden tahta geçirmek için ordusuyla İstanbul’a gelmiş. Fakat Sultan Mustafa, Rusçuk paşasının yaklaşmakta olduğunu duyunca Selim’i öldürtmüştür. Bu durum karşısında Alemdar Sultan Mustafa’yı zindana atmış ve tahta küçük kardeşi Mahmut’u oturtmuştur. Bunun karşılığında sadaret makamına tayin edilmiştir. Bu dönemden itibaren Osmanlı imparatorlu_unda kendi otoritesini tesis etmiştir. Mahmut ismen padişah olmakla birlikte bütün yönetim işleri Mustafa Paşa’nın salâhiyetindedir”.

        Grigoroviç Mustafa Paşa ile görüşmesini günlüğünde şöyle anlatıyor: “Mustafa Paşa haşin ve görkemli bir şekilde divanda oturuyordu. Sarığında pırlantalı tüy parlıyordu. Kemerinde ise Sultan Mahmut tarafından hediye edilen elmas hançer vardı. Çevresinde yaklaşık 500 kişilik bir muhafız birliği bulunuyordu. Asyavâri bir ihtişam ve müthiş bir şatafata sahipti. Feldmareşal Prozorovsk’un mektubunu kabul ederek büyük bir memnuniyet duydu ve birkaç defa hoş geldin, safa geldin sözlerini tekrarlayarak beni tebrik etti”.

        Krasnokutsk’a burada reçel, kahve ve tütün ikram edildikten sonra Mustafa Paşa, Manuk Bey ve tercümanın dışındakilerin salondan çıkmasını işaret etmiştir. Baş başa kaldıktan sonra Mustafa Paşa Feldmareşal tarafından gönderilen mektubu açarak, okuması için tercümana vermiştir. Mektubun muhtevasından oldukça memnun kalan Mustafa Paşa bu memnuniyetini ve siyasi düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir: “Türkler uzun zamandır Rusya ile barış yapmayı arzu ediyor. Ancak Fransızların siyasi entrikaları bunu engelliyor. Güya Türkiye’nin menfaatlerine çalışıyorlar. Fransızların sürekli art niyetlerini, bütün Avrupa’nın huzurunu kaçırdıklarını gördükçe Fransızlardan nefret etmeye başladım. Bizzat Fransızlar bana Ruslara karşı 30 bin kişilik bir kuvvet vaat ederek, bu kuvvetle kısa sürede Moldavya ve Valakya’nın (Memleketeyn/Eflak-Boğdan) ele geçirileceğini temin ettiler. Ben inanmadım. Türkiye’yi çok defa aldattılar. Kısa bir süre önce Fransızlar için çalışan 12 kişinin kellesini kestim. Benim ilk amacım Rusya ve İngiltere ile barış imzalamak. Fransızlarla asla”.

        Bu sözlerden sonra Mustafa Paşa cevap mektubunun kısa sürede hazırlanacağını ve kendisinin İstanbul’da fazla alıkonulmadan yola çıkarılacağını söyleyerek ayrılmıştır. Bu arada Grigoreviç’in ziyaret edeceği yerlerde saygın bir şekilde ağırlanması için bir emirname vermiştir.

Grigoreviç’in İstanbul’a gelişi bütün yabancı temsilciliklerde bir merak ve heyecan konusu olmuş, bilhassa meşhur Fransız elçisi Sebastiyani’den sonra yerine tayin edilen Fransız elçisi G.Latour Maubourg tam manasıyla bir telaşa düşştür. Ancak Grigoreviç diplomasi okulu tabir ettiği İstanbul’da dikkatli ve ketum olmaya son derece gayret etmiştir.

 

3-Yeniçerilerin Ayaklanması

Alemdar, kısa süren (3 ay 18 gün) sadrazamlığı döneminde devletin ve milletin huzur ve asayişini sağlamış, devlet otoritesini yeniden kurmuş, III. Selim’den devraldığı reform sürecini başlatmış, artık her şeyin geride kaldığına kanaat getirmişti. Ancak bu süreçte başarıların getirdiği gereksiz bir gurur ve ihmale kapılması, rehâvet ve sefâya dalması düşmanlarını harekete geçirdi.

        Bilhassa Yeniçeriler askeri alanda yapılan yeni düzenlemelerden oldukça rahatsızdı. İsyan öncesinde Alemdar aleyhinde propagandalar açıktan açığa yürütülmeye başlanmıştı. Bâb-ı Ali duvarlarına “Rumeliden geldi bir çıtak, Bayram ertesi ya kılıç oynayacak ya bıçakşeklinde afişler asılarak isyan adeta bağıra bağıra geliyordu. Buna benzer bir şiir parçası ölümünü takip eden günlerde dairesinde de bulunacaktır. Bu şiirde: “Rumeli’den gelen eşkıya. Yeniçerileri küstahça yağmaladı. Ramazan bayramından sonra kan dökülecek. Yeniçeriler intikam alacak” sözleri yazılı idi. Buna rağmen sadrazam ciddi tedbirler almamış, yeniçerilerin çığırtkanlığına aldırmamıştı.

        Grigoreviç İstanbul’a geldiği günlerde, yeniçerilerin Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı bir ayaklanma hazırlığı içerisinde olduğunu duymuştu. Pera’da bulunduğu sırada zaman zaman yanına uğradığı, uzun yıllar İngiliz sefareti tercümanı olarak görev yapmış İstanbul’un siyasi atmosferine vakıf, tecrübeli ve saygın bir hanımefendi olan Pizani hanım bu gelişmelerden kendisine bahsetmiş,

        Alemdar Mustafa Paşa’nın, kaldırmak istediği Yeniçerilerin kendisi aleyhine büyük bir kampanya içerisinde olduklarını söylemişti. Ancak kutsal ay Ramazan’ın bitmesinin beklendiği sanılıyordu. Pizani Hanım Yeniçerilerin bu hazırlıklarından Mustafa Paşa’nın haberdar olduğunu ve her türlü tedbiri aldığını, ancak geç kalmış olduğunu söylemişti. Grigoreviç cevap mektubunu alarak ertesi gün İstanbul’dan ayrılacağını düşündüğü için bu gelişmelere ve isyan söylentilerine o an fazla önem vermedi.

        Her ne kadar Mustafa Paşa’nın sert tutum ve politikaları belirli çevrelerce eleştirilse de, İstanbul’un huzurunu sağlamış, yaptıkları halk tarafından takdir edilmişti. Grigoreviç bu sebeple olmalı halkın olası bir Yeniçeri ayaklanmasına destek vermeyeceği kanaatindeydi.

      Grigoreviç, İstanbul’da gezdiği o günün akşamı, Bogos ve Gabriel’le birlikte boğazda oturan Manuk Bey’e misafir olmuştur. Ertesi gün Manuk Bey kendisine sevinçli haberi vererek akşam divanın toplanacağını, cevap mektubunun hazırlanarak kendisinin gece yola çıkarılacağını söylemiştir.      
       Divan toplantısında barı
ş görüşmelerine katılacak 3 kişilik heyet tespit edilmiş ancak cevap mektubu hazırlanmadığı için Grigoreviç’in gidişi ertelenmiştir. O günü de İstanbul’da geçiren Grigoreviç’e, akşam saat 10’da vezir tarafından kabul edileceği bildirilmiştir. Ancak Bâb-ı Ali’ye gitmek üzere tam filikaya bindiği esnada vezirin adamlarından biri, vezirin Şeyhülislam tarafından iftara davet edildiğini ve bu yüzden kendisiyle görüşemeyeceğini, bu geceyi de Manuk Bey’in yanında geçirmesinin istendiğini söylemiştir.

        Kızılca kıyametin kopacağı o gece aslında Grigoreviç için kader anıdır. Randevunun iptali üzerine Manuk Bey’e misafir olan Grigoreviç misafir olduğu bu evde neşeli, müzikli, hoş sohbetli saatler geçirirken yeniçeriler bayramı beklemeden Kadir gecesi isyanı başlatmış, İstanbul’u kan, gözyaşı ve alevlere boğmuştu.

        Grigoreviç bu gelişmeleri ancak sabaha karşı öğrenebilmiştir. O günün sabahını (15 Kasım 1808) şöyle anlatıyor: “Sabaha doğru saat 5’de tercümanım beni uyandırdı. Telaşlı bir halde, evde yalnızca bizim kaldığımızı ve herkesin isyan mahalline gittiğini söyledi. İskele kapanmış, aralıksız devam eden ateş sesleri duyuluyor. Caddeler boş. Halk evlerine kapanmış durumda. Tercümanım yeniçerilerin buraya baskın yapabileceğini, bu yüzden acele etmemizi söyledi. Kendisine, ben vezire elçi olarak gönderildim. Burada kalacağım. Herhangi bir yere sığınmaktansa mahvolmayı tercih ederim dedim. Divana oturdum ve sigara yaktım. Evimizin penceresi silah sesleriyle çınladı. Tercümanın beti benzi attı. Fakat ben Allah’tan ve ecdadımın dualarından ümitvâr olduğum için sakindim”.

        Grigoreviç ve tercümanı endişeli bir halde beklerken İstanbul’daki en yakın dostları Pizani Hanım ve Avusturya bakanı Stirmer tarafından gönderilen bir kurye imdada yetişerek kendisini beklediklerini söylemiştir. Gece vezirin evi Yeniçeriler tarafından yakılmıştı. Grigoreviç’in dostu olan bu kişiler onun vezirle geceki randevularını bildikleri için hayatından ciddi endişe ediyorlardı.

        Hiç vakit kaybetmeden evden çıkan Grigoreviç yolda Pizani hanımefendiye uğradı. Hayatta olduğunu gören Pizani Hanım o kadar sevindi ki, Allaha şükürler olsun. Ölümden döndünüz” diye sevinç çığlıkları attı. Daha sonra Grigoreviç kendisini davet eden Stirmer Bey’e gitmek üzere Pizani Hanım’ın yanından ayrıldı. Grigoreviç yol boyunda gördüklerini şöyle dile getiriyor:

Tenhalaşş sokaklar üzerinde etrafa dağılmış üçer dörder gruplu askerlerle karşılaştık. Kimisi koşuyor, kimisi nereye gideceğini bilmez şaşkın halde, kimisi atlara barut yükleyerek İstanbul istikametine atları koşturuyor”. Bu arada kader muhasebesi yapan Grigoreviç: “Geçen gece ölüm, itiraf etmek gerekirse beni adım adım takip etmiş. Eğer Şeyhülislam veziri iftara davet etmemiş olsaydı veya Manuk Bey’in yanına iki saat geç gelmiş olsaydım hiç şüphesiz Yeniçeriler tarafından parçalanmış olacaktım”diye düşünür.

        Grigoreviç Avusturya bakanının evinde bulunduğu bu sıralarda İstanbul’da yaşanan elim hadiseleri gözlemlemeye devam eder. “Top ve tüfek sesleri aralıksız duyuluyordu. Halk ortada yoktu. iskele kilitlenmiş, her iki taraftan da kimseye izin verilmiyordu. Asiler evleri yaktılar. Her tarafta ateşler savruluyor. Boğazda bekleyen yaklaşık 30 adet gemi şehri güllelerle dövüyor. Sokaklarda insanlar hançer ve kılıçlarla birbirini boğazlıyor. Pencerelerden ateş açılıyor. Her yerde kan ve cesetler. Feryat, figan sesleri silah seslerine karışıyor. İstanbul alevlerle sarılmış adeta ateş

 

4-Bâb-ı Ali’nin Muhasarası ve Alemdar’ın Ölümü

        Bir süredir isyan hazırlığı içerisinde bulunan yeniçeriler 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan Salı gecesi Grigoreviç’in de ifade ettiği gibi, sadrazamın iftar için gittiği Şeyhülislamın konağında bulunduğu bir sırada yangın çıkararak isyanı başlattılar. İsyanın bayram sonrasını beklemeden erken başlamasının sebebi, Şeyhülislamın konağındaki ziyafetten dönen Alemdar’a yol açmak isteyen muhafızlarının halkı değnek ve kamçıyla dağıtması ve bu yüzden yaralananların kahveleri dolaşıp yeniçerileri ayaklanmaya teşvik etmeleri ve bu heyecan anında ismi bilinmeyen birinin bayram ertesi ocağın ilga edileceği hakkında bir haber ifşa etmesi şeklindeydi. Zaten her şeyi göze almış olan yeniçeriler isyan ateşini yaktılar.

        Grigoreviç’in günlüğünde o gece yaşanan olaylar şöyle anlatılıyor:

Mustafa Paşa çok sayıda devlet memuruyla birlikte Şeyhülislamın konağında iftarda idi. Bütün tedbirleri almıştı. Beraberinde iyi donanımlı 2000 muhafız bulunuyordu. İftar sonrası Şeyhülislamın konağından çıkışta yangını gördü ve sebebini hemen anlayarak hızlı bir şekilde Bâb-ı Ali’ye hareket etti. Yeniçeriler ardından ateş açtılarsa da muvaffak olamadılar. Alemdar sağ salim dairesine ulaştı. Bâb-ı Ali’in her tarafını kapatmaları için emirler verdi. Muhafızlarını etrafına topladı. Ordusu yeniçerilerle ümitsizce mücadeleye başladı. Bu çarpışmalarda o gün her iki taraftan yaklaşık 2000 kişi hayatını kaybetti. Yeniçeriler Bâb-ı Ali’yi yakma konusunda uzun süre karar veremediler. Zira burada hemen bütün hazine ve sadâretin önemli evrakları bulunuyordu. Onlar Mustafa Paşa’yı canlı olarak ele geçirmek istiyorlardı. Birkaç kez, her şeyin yolunda olduğu ve padişahın kendisini görmek istediğini söylemek üzere adam gönderdilerse de Mustafa Paşa bunların hiçbirine inanmadı. Sağlam bir şekilde korunmak için muhafızlarını teşvik ve teşcî etmeye devam etti. Yeniçeriler kudurmuş gibi binanın etrafını sarmış ve ateş etmeye başlamışlardı. Binanın dört bir yanı ateşe verilerek hiç kimsenin dışarı çıkmasına izin verilmiyordu. Mustafa Paşa sükûnetini muhafaza ederek yeniçerilere hitaben; “Benim hayatım size pahalıya mâl olacak. Son nefesime kadar savaşacağım” diye haykırarak ateş etmeye başlamıştı. Mustafa Paşa yeniçerilerin menfaat ihtiraslarını bildiği için aralarında karmaşa çıkarmak ve vakit kazanmak maksadıyla üzerlerine bozuk paralar, değerli taşlar ve eşyalar saçmıştır. Yeniçeriler atılan bu şeyleri kapışmaya başladıkları ve aralarında tartışma ve çatışmalar çıktığı esnada Mustafa Paşa üzerlerine ateş etmeye devam etmiştir. Bu arada alevler binanın her tarafını sarmıştır. Yangın her tarafa yayılarak her şeyi yok etmiştir. Mustafa Paşa ölümün kaçınılmaz olduğu bu son dakikalarda bütün gücünü ve maneviyatını toplayarak “Ey asiler! Hayatımın son dakikaları sizin de son dakikalarınız olacak. İntikam almadan ölmeyeceğim. Elveda İstanbul” diye haykırmış, salonun orta yerine barut döktürmüş ve ateşlemiştir. Birkaç gün sonra cansız yatan bedeninin bulunacağı bodruma inmiştir”.

        Mustafa Paşa’nın binayı havaya uçurmasından sonra da ayaklanma bir süre devam etmiştir. Bu arada kısmen sakin olan Pera’da da insanlar tedirgin haldeydi. Herhangi bir tehlikeye karşı gemilerle uzaklaşma hazırlığı yapılıyordu. Top ve tüfek sesleri kesilmiyordu. Yeniçerilerin kışlaları ve evleri yanıyordu. Mescitler alev içindeydi. Mustafa Paşa’nın tarafında yer almış olan Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa param parça edilmiş, Kigay Bey katledilmişti. Asi yeniçeriler Sultan Mahmut’u tahttan indirerek hapsedilmiş olan sabık sultan Mustafa’yı tahta çıkarmak istiyordu. Kaptan Paşa Ramiz Efendi gemileri silahlandırmış, yeniçeri ocaklarına top atışlarına başlamıştı. İstanbul baştanbaşa yanmaya devam etti.

İsyanın daha ilk günü 4000 ev yanmıştı. Yangından ve kılıç darbelerinden binlerce kişi hayatını kaybetmiş, kanlı cesetler denize atılmıştı.

        17 Kasım’da artık Yeniçeriler zafer edasıyla taşkınlıklara ve gösterişli merasimler yapmaya, zaferlerini coşkuyla kutlamaya başlamış bulunuyordu.

        Mustafa Paşa rejimi artıklarını ortadan kaldırıyor, Sekbân-ı Cedid ocaklarını, onlara ait mal ve mülkleri imha ediyorlardı. Tehlike dolayısıyla Ermeniler ve Rumlar silahlanmıştı. Mustafa Paşa’nın geride kalan yaklaşık 3000 kişilik ordusu sultanın sarayında toplanmış asilere ateş etmeye devam ediyordu.

        Aynı gün Yeniçerilerin tahta çıkarmak istedikleri Sultan Mustafa padişahın muvafakatiyle boğduruldu ve babası I.Abdülhamit’in türbesine defnedildi. Hanedandan geriye sadece Sultan Mahmut kalmıştı. 18 Kasım’da Yeniçeriler saraya girmeye muvaffak oldular. Mustafa Paşa’nın askerlerinin çoğu hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar kaçarak kurtuldu. Kaptan Paşa Ramiz Efendi ve Kadı Abdurrahman Paşalar gemilere binerek İstanbul’dan uzaklaştılar. Osmanlı tahtının hayatta kalan tek varisi olması dolayısıyla Yeniçeriler kazaskerlerin aracılığıyla Sultan Mahmut’tan af dilediler ve bir daha itaatsizlikte bulunmamaları şartıyla affedildiler. Böylece ateş sesleri kesildi. Yeniçeriler Sultan Mahmut’un huzuruna çıktılar. Bayramını kutladıktan sonra Ayasofya camiine kadar Sultana eşlik ettiler.

        Alemdar Mustafa Paşa’nın âkıbeti henüz belirsizliğini koruyordu. Kimileri onun kaçarak kurtulduğu ve ordu toplayarak İstanbul’a baskın yapacağını, kimileri bodrumda dumandan boğulmuş halde bulunduğunu, cesedinin Yeniçeriler tarafından aşağılanarak caddelerde sürüklendiğini, daha sonra kafasını kestiklerini, kimileri canlı olarak ele geçirildiğini ve sonra parçalandığını söylüyordu. Ancak isyanın üçüncü gününde Mustafa Paşa’nın bodrumda dumandan boğulmuş halde bulunduğu kesinleşti. Cansız yatan bedeninde, belinde sultan Mahmut tarafından hediye edilmiş kılıç, elinde ise tabanca bulunuyordu. Ceset Yeniçeriler tarafından

sokaklarda sürüklendikten sonra bir ağaca asıldı. Paşa’nın cesedine hakaret eden ve aşağılayan yeniçeriler ağzına soktukları sopa parçasını orada bulunanlara göstererek “Bakınız Rumeli eşkıyası tütün çekiyor” diye alay etmişlerdir.

        Mustafa Paşa’nın öldüğü kesinleşmiş olmasına rağmen, hayatta olduğuna dair söylentiler bir süre daha dillerde dolaşştır. Ortada dolaştırılan cesedin ona ait olmadığı ve Yeniçerilerin intikam duygularının tatmin edilmesi, daha da azgınlaşmalarının önlenmesi maksadıyla bunların yapıldığı söylentisi dolaşştır.

        Ayaklanma süresince kadın ve erkek toplam 15 bin kişi hayatını

kaybetmiş, 5 binden fazla yeniçeri yaralı olarak kışlaları doldurmuştur. Sultan Mustafa’nın annesi boğdurularak oğlunun yanına defnedilmiş, ardından kız kardeşi de zehirletilmiştir. Yeniçeriler tahta geçirmek istedikleri Sultan Mustafa’yı boğduran 12 kişinin kellesini istemişlerdir. Önemli devlet adamları bir bir yeniçeriler tarafından ortadan kaldırımlıştır. Hariciye’nin geride kalan tecrübeli devlet adamlarından Halif Efendi çavuş başının gayretleriyle Yeniçerilerin elinden kurtulmuştur. Yeniçerilerin devlet adamlarından 15 kişinin daha kellesini istemesi üzerine Sultan Mahmut daha fazla dayanamayarak Yeniçerilere hitaben sert bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmasında Sultan Mahmut: “Kendi kardeşlerinizin kanını dökmeye daha ne kadar devam edeceksiniz? Kana susamış bir kaplan gibi vahşete doymadınız mı? Yeryüzü sizin kan kokan ellerinizden inliyor. Günahsız insanlar sizin taşlaşş kalplerinizden yeterince muzdarip oldu. Canavarlıkta ruhlarınız müzminleşmiş. Bütün imparatorluğun yok oluşunu hazırlıyorsunuz. Siz vicdan ve inanç kanunlarını ayaklar altına aldınız. Hasım devletler hudutlarımızda cereyan eden bu felaketi hiç şüphesiz istismar edeceklerdir. Ben sizin padişahınızım. Ben size değil siz bana itaat etmelisiniz. Eğer bana itaat etmek istemiyorsanız, tahtı bırakır, Anadolu topraklarına giderim. Keyfinize göre ülkeyi yönetirsiniz. Bu vahdetinize vahit olmak istemiyorum” demiştir. Bu sözler üzerine Yeniçeriler padişaha bağlılıklarını, ona itaat edeceklerini ve emirlerini yerine getireceklerini söylemişlerdir. Böylece isyan sona ermiş, yaralar sarılmaya, felaketin acı izleri silinmeye çalışılmıştır.

 

5-Alemdar’ın Ölümünden Sonra Rumeli

        Mustafa Paşa’nın ölüm haberi bütün Rumeli’de büyük bir galeyana sebep oldu. Daha ölümünün haber alındı_ı ilk günlerde ayaklanma henüz sona ermişti ki, yeni bir söylenti İstanbul’un yeni bir felaketle karşı karşıya olduğunu gösteriyordu. Mustafa Paşa’ya bağlı 17 bin kişilik bir ordu İstanbul istikametine harekete geçmişti. Bu haber üzerine halk telaş içerisinde evini, dükkânını kapatarak yeniden tedbir almıştı. Bu sırada Alemdar’ın öldüğü haberinin kesinleşmesi üzerine ordunun geri dönmesiyle şehir yeniden sakinleşti.

        İsyanın ilk günlerinden itibaren Alemdar’a bağlı devlet adamlarından bir kısmı Yeniçerilerin gazabından korkarak soluğu Rumeli’de almıştı. Mustafa Paşa’ya bağlı ordu isyan halindeydi. Rumeli ayanlarının büyük bir kısmı değiştirilmiş, ancak yerlerine henüz yenileri tayin edilmemişti. Her ne kadar Rusçuk vekili Ahmet Efendi halkın eski beylerine itaatlerinin sağlanması için tedbirler alsa da bu durum Rumeli illerinde bir kaosa yol açıyordu. Mustafa Paşa’nın ölümünü fırsat bilen müslim veya gayrımüslim bazı unsurlar memnun olmadıkları ağalarını değiştirmek veya istediklerini başa geçirmek için bir kampanya içerisine girmişti. Rumeli’de eşkıya çeteleri yeniden kol gezmeye başlamıştı. Köyler yakılıyor, ahali yağma ediliyordu. Daha önce Silistre dolaylarında bulunan Elikoğlu eşkıyası Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra oradan çıkarılmış ise de bu defa Karlov civarını mesken tutmuştu. Bu sebeplerledir ki, Grigoreviç’in dönüş yolunda güzergâh uzun ve dolambaçlı ancak daha emin bir şekilde tespit edilecektir.

    

 

Kaynaklar

DANMEND, İsmail Hami., İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV, İstanbul 1961.

Dnevnıya Zapiski Poezdki v Konstantinopol Aleksandra Grigoreviça

Krasnokutskago v 1808 godu, Samim im Pisannıya, S. Selivanovsk Basımevi, Moskova 1815.

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi

The Journal Of International Social Research

Volume 1/4 Summer 2008

590 Yrd. Doç. Dr. Fatih ÜNAL HAMMER., Büyük Osmanlı Tarihi, 9 (Ek Cild), Sabah Medya Ofset, Yersiz- Tarihsiz.

KARAL, Enver Ziya., Osmanlı Tarihi, V, TTK, Ankara 1983.

Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, TTK, Ankara 1988.

KURAT, Akdes Nimet., Rusya Tarihi, TTK, Ankara 1987.

Mustafa Nuri Pa_a, Netayic ül-Vukuat, III-IV, Haz. N.Çağatay, TTK, Ankara 1987.

SHAW, Stanford -Ezel Kural SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, II, İstanbul 1983.

UÇAROL, Rıfat., Siyasi Tarih (1789-1994), Filiz Kitabevi, İstanbul 1995.

 

 
YAZARDAN  
  Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır. …sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. * *: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır. Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay. Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.







 
ZİYARETÇİ DEFTERİ  
 
 
İSTANBUL EFENDİSİ  
 




 
TARLA KUŞUYDU JULIET  
 



 
Bugün 16 ziyaretçi (235 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol