.
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  SULTAN IV. MUSTAFA
  PADİŞAHLARIN EŞLERİ
  OSMANLI HANEDANI SOY AĞACI
  YENİÇERİ VE KAPIKULU SÜVARİLERİNİN İSYANLARINA İLİŞKİN BİR ANALİZ
  II.MAHMUD DÖNEMİ'NDE GİYİM KUŞAM
  II. MAHMUD
  OSMANLI KRONOLOJİSİ
  III. SELİM DEVRİNDE MUSÎKİ HAYATINDAN KESİTLER
  ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI
  KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI
  KİMİ UNVANLAR, TABİRLER
  OSMANLI'DA MÜZİK
  DEVLET TEŞKİLATI
  ISLAHATLAR
  SENED-İ İTTİFAK
  OSMANLI ARMASI
  İLBER ORTAYLI'DAN MAHMUD, SELİM, SADRAZAMLAR PADİŞAHLAR...
  ORDU
  II.MAHMUD'UN MÜZİSYENLİĞİ
  OSMANLI DEVLET TÖRENLERİNİN TOPKAPI SARAYI’NDAN DOLMABAHÇE SARAYI’NA İNTİKALİ
  AYAN
  BAB-I ALİ YANGINI VE ALEMDAR VAK'ASI
  SIR KÂTİPLİĞİ VE RUZNÂME
  III. SELİM'İN SEHİD EDİLMESİ
  27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR
  31 MART VAKASI
  TÜRK DARBELER TARİHİ
  KADIN HAYATINDAN AYRINTILAR
  ALEMDAR MUSTAFA PAŞA'NIN SADRAZAMLIĞI
  PAŞALIK MÜESSESESİ (avi)
  OSMANLI ORDUSU (video)
  HAREM (AVİ)
  OSMANLI PADİŞAHLARI (avi)
  BATILILAŞMA (avi)
  OSMANLI AİLESİ (avi)
  HUKUKSAL AÇIDAN SENED-İ İTTİFAK
  SENED-İ İTTİFAK YORUMU
  KİMİ MERASİMLER
  III. SELİM DÖNEMİ YENİLEŞME ÇABALARI
  HALININ TARİHİ
  19.yy'DAN BAŞLIKLAR
  SIRP İSYANI VE OSMANLI-RUS SAVAŞI
  III. SELİM DEVRİNDE NİZAM-I CEDİDİN ANADOLU'DA KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR
  SENED-İ İTTİFAK'IN TAM METNİ
  SENED-İ İTTIFAK lLE MAGNA CARTA'NlN KARŞILAŞTIRILMASI
  FRANSIZ İNKILABI’NIN TÜRK MODERNLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ
  YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILIŞININ TAŞRADAKİ YANSIMASI
  TÜRK MODERNLEŞMESİNİN AMBİVALANT DOĞASI
  TÜRKİYE'DE BATILILAŞMA DEĞERLERİNİN ARAÇLAŞMASI
  OSMANLI YÖNETİCİLERİNDE ZİHNİYET DEĞİŞİMİ VE BATILILAŞMANIN BAŞLANGICI
  SARAY MÜZİĞİNDE YAYLI ÇALGILAR
  XIX.YY'DA İSTANBUL' DA SANAT VE MUSİKİ
  TOHUM VE TOPRAK YILLARINDA TÜRKİYE
  EDEBİYAT-TARİH-TİYATRO İLİŞKİSİ
  19.YY İLK YARISINDA KADIN GİYSİLERİ
  KEMAL TAHİR VE BATILILAŞMA
  TÜRKLERDE ÇERAĞ MUM VE ATEŞ
  ELEŞTİRİLER



  




																							
ISLAHATLAR

TANZİMATA KADAR OSMANLI DEVLETİ’NDE ISLAHATLAR

 

Osmanlı Devletinde batılılaşma hareketleri Tanzimat döneminden daha önceleri başlamıştır. Yükselme döneminde Osmanlı dünya siyasetinde hakim bir rol oynamaktaydı. Medeniyet olarak ta daha ileriydi. Batının Osmanlıya model niteliği taşıyarak adapte ettirilmesi II. Viyana (1683), Karlofça (1699) ve nihayet Pasarofça (1718) sonrasıdır. Batı karşısında alınan askeri ve diplomatik başarısızlıklar, özellikle devlet bürokrasisinin dikkatlerini o yöne sevk etmişti. XVIII. yüzyılının ilk çeyreğiyle beraber Osmanlı için garplılaşma modeliyle yeni bir dönem başlıyordu. Değerli aydınlarımızdan Ziya Gökalp Türk medeniyetinin geçirdiği evreleri üç sınıfa ayırmaktadır:

"1- Eski dönem: Türk milletinin oluşumundan, İslam dinine girmesine kadar geçen dönem.

2-  Orta dönem: İslam'ı benimseyip, garp medeniyetinin kabulü arasındaki zaman.

3-   Yeni dönem: Garp medeniyetini kabulünden, günümüze kadar geçen dönem" olarak uygarlık evrelerini belirlemiştir

            XVIII. yy'da yükselme dönemindeki tekniğe karşı duyulan özlemin yerini artık gelişen batı uygarlığı alıyordu. İktisadi, siyasi, askeri, içtimai bir bunalım yaşayan Osmanlı tarafından, Avrupa'da doğan medeniyete uyulması gerektiği, yapılacak ıslahatlarda batı tekniğinin kullanılması zorunluluğu kabul ediliyordu61. Böylece daha XVIII. yüzyılın başında Avrupa tarzı askeri kurumların ve silah gücünün Osmanlıya nasıl getirileceği önemli bir sorun halini almıştı62. İmparatorluk düşman karşısında almış olduğu askeri başarısızlıklarla ortaya çıkan toprak kayıplarının sebebini rakiplerinin sadece askeri teknik ve taktik üstünlüğü olarak görüyordu63. Batının genel anlamdaki üstünlüğü; içeriğinde siyasi-sosyal ve teknik dinamiklerin birbirleri ile bağlantılı olmasından dolayı idi. Buna mukabil büyük Osmanlı tarihçilerinden Cevdet Paşa sadece askeri ıslahatlarla zafer kazanılamayacağını ifade ederek, toplum içindeki kurumların, aralarındaki bağın kuvvetli olması gerekliliğini de vurgular. Aynı zamanda iyi bir ordunun mali kuvvete, mali kuvvetin de memleketin iyi idaresine bağlı olduğunu söyler.

Osmanlıdaki batılılaşma hareketleri, dönemden döneme değişiklik arz ettiği gibi kişisel farklılaşma ve gayretler dikkat çeker. Yeniliği ve değişikliği istenen kurumlar için yönlendirici grupların, karşıt propagandalar ve ayaklanmalar yürüttüğü de görülmüştür. Zaman zaman devlet bürokrasisi içerisinde makam çekişmesi, kimi zaman Yeniçerilerin saray üzerindeki baskıları neticesinde ölümle biten sonuçsuz kalan reformist girişimler göze çarpar. Lale Devri ve III. Selim dönemi yenileşme hareketleri fikir ve program bakımından, II. Mahmud'un reform hareketleriyle tam bir bağlantı içerisinde değildi. Ayrıca bu atılımlar, esas kurumların yerine yenilerinin kurulmasını temin edecek mahiyette olmadığından pozitif neticelere varılamamıştır65. Garplılaşmanın ancak batının ilim ve tekniği ile çalışma disiplinine erişmekle mümkün olacağı göz ardı edilmiştir.

a. Lale Devri ve Sonrası

Osmanlı tarihinde Lale Devri, barış anlayışının egemenleşmeye başladığı değer kazandığı ve yaygınlaştığı, kültürel ilişkilerin ve yenileşmelerin ön plana çıktığı bir motivasyon dönemidir66. Padişahlığın III. Ahmet, sadrazamlığını da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yürütüldüğü bir dönemdir. Lale yetiştiriciliğine verilen önemden dolayı bu isimle adlandırılmıştır. Ancak, Türkiye'nin yenileşmesinde ilk şuurlu, fakat plansız hareketler bir sefahat çağı olan Lale Devri'nde gerçekleştirilmiştir.. Yakın dönemin dertleri, geleceğe yönelik kaygılar; sanat, zevk ve sefalı, debdebeli yaşamla bir bir unutulmaya çalışılır. Aslında yapılan, acı reçeteden, devletin içinde bulunduğu durumdan kaçışın ifadesiydi68. Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin elçi olarak Fransa'ya gönderilmesi, adeta derin bir uykudan uyanıştı. Hiç kuşkusuz, bu dönemde yapılan yeniliklerin en önemlisi matbaanın getirilmesi idi. Yapılan bu yenilik daha önce Osmanlı'da II. Beyazıd Devrinde Yahudiler tarafından kullanılmıştı. Daha sonraları Ermeniler ve Rumlar da kitaplar basmışlardır. Matbaanın dışında, lüks köşkler, konaklar inşa edilerek Kütahya çinisi kullanılması ile de çiniciliğin gelişmesi gibi bir faydası da olmuştur. Çuha fabrikaları genişletilmiş, kütüphaneler ve mektepler açılmıştır. İlk itfaiye teşkilatı olan Tulumbacı Ocağı kurulmuştur (1722). Yalova'daki kağıt fabrikasının faaliyete geçirilmesi, kayda değer yeniliklerdendi. Bu dönemlerde elçi eşi olarak İstanbul'da bulunan Lady M.W. Monteqiue, uzun yıllar Osmanlı'da kullanılan çiçek aşısını Avrupa'ya tanıtarak etkileşimin sadece batıdan doğuya olmadığını örneklemiştir. Sanat ve edebiyatın ön plana çıktığı bu alanda Nedim, Osman-zade Ahmed Taib gibi ünlü şairlerin yetiştiği görülmüştür.

Lale Devrinde kadınların Göksu ve Haliç gibi yerlerde mesire hayatına girmesiyle giyinme ve süslenmede büyük bir incelik meydana gelmiştir. Yaşmaklar gitgide o kadar ince kumaştan yapılmaya başlanmıştı ki, korunma ve örtünme fonksiyonunu kaybedip bir nevi süs ve gösteri şeklini almıştı . Nedim, Lale Devri'nin sefahat dolu beşeri heyecanlarını divan şiirine en fazla yansıtan şairimizdir. Onun şiirlerinde; o dönem Sa'd-abad, Haliç ve Göksu mesirelerinde bayanların giysi tarzlarını görebiliriz.

"Kapladup gül-penbe, şali ferve-i semmuruna

Ol siyeh zülfü döküp sine-i billûruna

Itr-i şâhiler sürüp ol gerden-i kâfüruna

Iyddir çık naz ile seyrana, kurban olduğum ".

Nedim bu dörtlüğünde gül pembesi şalı samur kürküne kapatıp, siyah saçlarını parlak göğsüne döküp, şahî kokular sürüp gerdanına, bayramdır çık naz ile dolaşmaya kurban olduğum derken, o dönemin kadın giysilerinden ipucu vermektedir. Burada ferve; sincap kürkü, semmur; samur kürkü anlamına gelmektedir. Yine Nedim;

"Sinemi deldi bugün bir âfet-i çar-pâreli

Gül yanaklı gülgüli kerrâkeli mor hâreli

Çifte benli, sim gerdanlı güneş ruh sâreli"

Nedim burada, bir güzelin alnına dört para takınmış olduğunu, kerrakesi mor

hareli olduğunu anlatır . Sosyal yaşamdan kesitler sunan bu dörtlükler giyim kuşamda yaşanan asır hakkında bilgiler sunmaktadır. XVIII. yüzyılın ilk yarısında, varlıklı hanımlar mesire yerlerinde renkli feraceleri ve yaşmaklarıyla boy gösterirlerdi. Feracelerin yakasına önce bir karış, zaman içinde daha geniş yakalar takılır; yaşmakların kumaşı şeffaflaşır, başı genişleten hotozlar kullanıldığından yaşmaklar gevşek bağlanmaya başlanır ve sırmalarla süslenirdi. XVIII. yüzyılda Osmanlı dokumacılığı ipekli alanında sanattan endüstriye geçiş dönemi yaşamış, kendini yenilemiştir denebilir. Bu yüzyılda tüketimin daha geniş bir alana yayıldığını ve XVI. asırdaki gibi dar bir çevrede olmadığını söyleyebiliriz. İpekli kumaşları lüks olmaktan kurtararak, bir taraftan ham ipek üretimi artırılmış diğer taraftan pamuk, ipek tezgâhlarına sokulmuştur72.

b. III. Selim Dönemi

Yenilikçi bir padişah olan III. Selim 1789 'da I. Abdulhamid'in vefatı üzerine tahta geçmiştir. XVIII. yüzyıldan itibaren başa geçen yöneticiler yenilik arzusunda idiler. Genel olarak askeri müesseselere ağırlık verilmişti. III. Selim ise ıslahatları askeri kanatta olduğu gibi diğer cenahlarda da düşünmekte idi. Sultanıslahatlarına genel olarak Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) adı verilmiştir73. Batının tecrübelerinden faydalanmak sureti ile Osmanlı'nın askeri, ticari, mülki vb. alanlarda yapılması gerekli görülen tüm ıslahatları ifade etmektedir. Yeni oluşturulacak düzeni mali açıdan desteklemek içinde İrad-ı Cedid hazinesini vücuda getirmişti.

III. Selim, ileri gelen aydınlardan devletteki bozuklukları ve nedenlerini beyan eden layihalar hazırlanmasını istedi. Avrupa'nın ilim ve tekniğinden faydalanmak için dışarıya elçiler göndererek ilk daimi elçiliği başlattı. Batılıların XV. yy'dan beri Osmanlı'da elçileri bulunmaktaydı. Osmanlı bu kurumu ancak padişah Selim zamanında oluşturmayı başarabildi. Askeri alanda humbaracı, lağımcı ve topçu ocaklarında yeni düzenlemelere gitti. Oluşturulan yeni sınıfa Nizam-ı Cedid ismi verildi. Mühendis Hane-i Sultani yi Eyüp'ten, Hasköy'e nakletti. Tophane ıslah edilerek büyük ve çağın gereklerine uygun topların dökülmesi için Avrupa'dan mühendisler getirildi. Kaldırılıncaya kadar değişimin karşısında duran Yeniçeri Ocağı'nın da ıslahı için çeşitli yollara başvuruldu. Ocaktakilerin birçoğu askerliği dışında gayri meslekleri icra ile uğraşmakta idi. Düzeni sağlamak için haftanın belirli günlerinde askeri talim programları hazırlandı. Tersane Nizamı kanunu ile donanmaya da çekidüzen verildi. Kara ve deniz kuvvetleri için yeni okullar açıldı. Mühendishane-i Berri Hümayun kurularak Mühendishane-i Bahri Hümayun genişletildi. Bu okullarda eğitim vermek için Avrupa'dan hocalar getirildi. İdari olarak Anadolu ve Rumeli toprakları 28 eyalete ayrıldı. İktisadi açıdan çeşitli düzenlemelere gidildi. III. Selim diğer alanda olduğu gibi sosyal alanda çeşitli değişiklilere ve yeniliklere gidilmişti. Hanedandakilerin süslü ve şık giyimleri halk kitlesinde de etki bırakmakta idi. Hindistan'dan ve diğer ülkelerden getirilen kumaşlar e elbiseler ithal edilmekteydi. İktisadi düzensizliğe neden olan bu durum karşısında önlemler alma yoluna gidilse de kıyafetteki düzensizliğin önüne geçememiştir.

Bu dönemde, ilmiye sınıfının da içerisinde bulunduğu durum içler acısı idi. Dışarıdaki ve içerideki her türlü gelişmelere karşı duyarsız bir tutum sergilenmekte idi. Devlete ve topluma yol gösterecek ilmi teşkilat köhne bir durum almıştı. Padişahta bu duruma son vermek için, Derbeyan-ı Tarik-i Ulema ve Müderrisin ve Kuzat adlı nizamname hazırlanmıştır. Ancak bu dönemde ne ıslahat heyeti, ne de padişah, yapılacak yeniliklerde planlı bir yol takip etmemişlerdir. Böylesine köklü kurumların, ıslahatında yapılması gereken zemin bir türlü hazırlanamadığı gibi, ıslahat karşıtı gurupların da desteği aranmamış bilakis muhalefet oluşmasına da engel olunması düşünülmemiştir. Sadrazam ve şeyhülislamlardan bu yolda hiçbir destek aranmamıştır. Bu tür icraatta en mühim zümreyi teşkil eden ve III. Selim zamanında müspet ilimlerden oldukça uzaklaşmış bulunan ulema kesimi ise tamamen karşıya alınmıştır74. Bunların bazıları camilerde vaaz verirlerken "... Askere setre pantolon giydirip imanına halel getiren, önlerine muallim diye Frenkleri düşüren padişaha elbette Allah tevfikini çok görür. Hadimü'l - Haremeyn unvanına liyakatı olmadığını bu suretle meydana çıkarır"15 . Bu tür söylemlere karşı da halkta oluşabilecek tepki göz ardı edilmişti. Ayrıca Nizam-ı Cedid için kabul edilen kıyafette Frenk taklidi olduğu söylenerek tenkit edilmiştir76.

III. Selim, Nizam-ı Cedid'in Rumeli'de de kurulmasını istemesi ve bununla beraber yeniçeri ve boğaz yamaklarının da yeni tip elbise giymeleri için emir vermesi, yönetime karşı hoşnutsuzluğun oluşmasını körüklemiştir. Muhalefetin meydana gelmesinde yabancıların ve özellikle Fransa büyük elçisi Sebastiyan'ın da yeniçerileri kışkırttıkları açıkça görülmüştür. Yine buna benzer bir tepki de Karaman valiliğine tayin edilen Şamlı Ragıp Paşa, eyaletine giderken askerlerine ve kapı halkına son derece süslü Nizam-ı Cedid askeri elbisesi giydirmek istemişti. Ragıp Paşanın Üsküdar'daki bu girişimini gören Laz uşakları, hemen arkadaşlarını bundan haberdar ederek, Laz güruhundan olan bu askerleri de kendi düşüncelerine çevirerek, bu elbiseleri giymelerine mani olmuşlardır77. Padişah, Sekbanbaşılık görevine tayin ettiği Arif Ağa'yı, gizlice huzuruna çağırarak: "Ağa lala! Hem bu Cuma şemseli kaput ile ve Nizam-ı Cedid'in elbisesiyle camiye gitmek murad-ı aliyem olup ve asakir-i şahanem selamıma durması murad-ı şahanem olmağla sen dahi bana tebaiyet etmek lazımdır." demiş, ağanında cevabında: "Şevketlu, İnayetlu efendim, ben senin bir aciz kulunum, hâşâ size muhalefet haddim değildir. Lakin bu madde mülahaza-i hümayun buyrulup, zira bunun sonu gayet fena olmak ihtimaldir. Ocak Ağası ordudadır. Benim bileceğim iş değildir.", demesiyle hiddetlenen padişah: "Bak papas, sen benim devletimin nazırı değilsin, benim emrim elzemdir. ", diyerek kararının takibini belirtmiştir. Sonrasında Bostancıbaşı Hüseyin Şakir Bey'i yanına çağıran padişah, ona da: "Karadeniz boğazında vaki kalelerde olan neferatın Nizam­ı Cedid'in libasını giymeleri murad-ı aliyemdir. " Emrini vermiş, Şakir Bey yer öpüp: "N'ola efendim, ben kulun onlara libas değil, şapka dahi giydirmek senin himmetinle mümkündür." diyerek huzurundan ayrılmış, padişahın emri Boğaz Nazırı Mahmud Raif Efendiye ulaştıktan sonra, o da bu işle Halil Haseki'nin ilgilenmesini istemiştir. Şamlı Ragıp Paşa'nın keyfiyetini tartışmakta olan yamakların yanına gelen Halil Haseki, üniformaların değiştirilip, Nizam-ı Cedid elbiselerini giymelerine dair fermanını okuduğunda, yamaklar şiddetle muhalefet ederek, fermanı yazana ve okuyana küfürler edip, ağır hakaretler söylediler. Halil Haseki'nin okuduklarını, idam tehdidi ile yaptırmaya kalkışması canına mal olmuştu. Askerler, verilen emirlere: "Biz kuloğlu ve yeniçeri oğlu yeniçeriyiz", diyerek Mahmut Raif Efendiyi de kurşunlayarak aynı akıbete uğrattılar78. III. Selim 18 yıllık padişahlığını, Osmanlı'yı çağın gelişen tekniğine ulaştırmak için mücadele ile geçirmiştir. Ancak çıkarlarının ve bulundukları mevkilerin tehlikeye düştüğünü gören reform aleyhtarı, yeniçeriler, ulema ve bir kısım devlet ricali padişahın karşısında bir güç odağı oluşturmuşlardır. Mayıs 1807 de, bir yeniçeri neferi olan Kabakçı Mustafa taraftarı muhalif gurup Nizam-ı Cedidcilere baş kaldırmışlardır. İsyanın büyümesinden ve kan dökülmesinden endişe duyan III. Selim Nizam-ı Cedid uygulamasından vazgeçti. Yenilik için yılların uğraşını veren padişah bıraktığı uygulamaları ile beraber kendisinin hal'ine (hayatına) mal olacaktır.

II. MAHMUT ISLAHATLARI

Osmanlı Devleti'nin önemli şahsiyetlerinden biri olan II. Mahmut'un babası I. Abdulhamid, annesi Nakşıdil Valide Sultan'dır. 1784'te doğan padişah iyi bir saray eğitimi almıştır. Hattat, bestekâr ve şairdi. Adli mahlasıyla şiirler yazmıştır. Aldığı karalarda cesur, yenilikleriyle de sabırlı ve azimli kişiliğini gösteriyordu. Edebiyat, Arapça, Akaid ve Müzik dersleri eğitimini almıştı.

III. Selim devrinde yapılan yenileşme çalışmalarını yakinen takip etti. Yaşanan olaylardan tecrübe edindi. Sultan Selim' in tahtan indirilmesinin ardından, IV. Mustafa'nın halli neticesinde II. Mahmut 28 Temmuz 1808'de tahta çıktı79. Sultan Mahmut dönemi, batılılaşma ve yenileşme süreci içerisinde tamamen ayrı yere ve öneme sahiptir. Zira bu dönem içerisinde yapılacak yenilikler, sosyal olaylar, etki ve tepkiler, müteakip dönemler üzerinde derin izler bırakmış, ıslahatların yönünü tayin etmiştir80.

Bütün Osmanlı şehzadelerine uluslararası siyaset ve devlet yönetimi hakkında öğretilmesi lüzumlu olan siyasi ve içtimai bilgiler ona da öğretildi. Sultan Mahmut, amcası III. Selim' den Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu kötü durumu, devleti yıkılmaktan kurtarmak için uygulanması gereken ıslahatların yapısını ve karakterini öğrendi. Amcasının öldürülmesi, Alemdar Mustafa Paşanın Yeniçeri ihtilali karşısında cesurane ölümü, isyanlarda ve dış harplerde Osmanlı ordusunun devamlı yenilgileri, II. Mahmut'ta köklü bir ıslahat yapma duygu ve düşüncesinin gelişmesini kuvvetlendirmişti. Tasarlanan ıslahatlar hususunda, kendisinden önceki padişahlar ve devlet erkânının yeri geldiğinde mevkilerinin, hatta hayatlarını kaybettiklerini

biliyordu. Buna rağmen, devletin kalıcılığı için başka çıkar yol olmadığından geniş tabanlı bir düzen çalışmasına başladı .

Sultan Mahmut, III. Selim' in zaaflarının ve tereddütlerinin sonuçlarına tanık olmuştu. Aynı zamanda; Nizam-ı Cedid programının getirdiği sınırlı reformların bile, ne denli başarılı olduğunu görmüştü. II. Mahmut'un hükümdarlığının daha ilk yıllarında şu hususları görebildiği anlaşılmaktadır.

4-   Islahatların başarılı olabilmesi için reformların yalnızca bazı askeri unsurları değil tüm Osmanlı kurumlarını ve toplumunu kapsaması gerekliliği.

5-Kendisinden evvelki ıslahatları menfi yönde etkileyen kurumların tamamen ortadan kaldırılması gerekliliğidir. Böylece eski kurumların işlerliğini bozmaları önlenecektir.

6- Harekete başlanılmadan evvel, reformlar titizlikle planlanmalı ve gerekli destek sağlanılmalıdır.

II. Mahmut' un daha sonraki yıllarda, reform politikasının belkemiğini bu görüşler oluşturmaktadır . Yalnız şurası bir gerçektir ki; XVIII. yüzyıl sonundaki reform girişimlerinin farklı ve yeni bir anlayışa dayandığı açıktır. Gerek III. Selim, gerek II. Mahmut ve etrafındaki kadrolar el yordamıyla yürüyorlardı. Çünkü, bu devrin devlet adamlığı mantalitesi, Kanuni devrini çağrıştıracak reformlar yapmak olamazdı. Ulemanın önünde veya fermanlarda böyle bir izah kullansalar da, Osmanlı devlet adamları, dünya siyasi dengelerinin değiştiğinin ve kendilerinin de değişmeleri gerektiğinin bilincindeydiler83. Sultan Mahmut, ulemaya yaklaşarak kendi dindarlığı konusunda doğabilecek kuşkuları gidermeye çalıştı. İstanbul ve devletin çeşitli yerlerinde harap olmuş camileri, mescitleri, çeşmeleri ve medreselerin tamir masraflarını karşılamanın yanı sıra camiler yaptırarak inancını kanıtlama yoluna gitmişti . Önemli mevkilere adamlarını yerleştirdikten sonrada, radikal reformlarını birbiri ardına uygulamaya başladı .

            II. Mahmut kılık kıyafet reformu üzerinde titizlikle durmuştur. Bizzat kendi yaşam şeklinde de bir takım yeniliklere gitmiştir. Hükümet toplantılarına katılarak devlet adamlarının, huzurunda oturmalarına müsaade etmiştir. Mısırlı kıyafetini benimseyerek, dışarı çıkarken bu kıyafetlerle dolaştı. Avrupa'daki hükümdarlar gibi doğum günlerini kutlamaya, tebdil-i kıyafet yapmadan şehir ve yurt içi inceleme gezilerine çıkmaya başladı. 1829 yılında Silivri, 1831'de Gelibolu ve Çanakkale, 1837'de Varna, Rusçuk, Tırnova, Edirne gezilerini yapmış, hükümdar olarak halkla doğrudan bir temasa girmiştir. Buralardaki gezilerde de Sultan, giyim kuşamına dikkat etmiş bizzat halka örnek olmaya çalışmıştır. O dönemde padişahın gezisine ünlü Alman asker Moltke de katılmıştı. 1836 - 1839 yılları arsında Osmanlı Ordusunda görev alan Moltke, bu gezide padişahın davranışlarını yakından gözlemlemişti. Şumnu gezisi sırasında (Şumnu, 5 Mayıs 1837) Sultanın şehre bir saatlik mesafede mola vererek, mavi setresinin yerine malum kırmızı üniformasını, ayaklarına ise kadife çizmelerini giydiğini yanındakilerin de mavi üniformalarını giydiklerini, hatta Moltke kendisinin de kırmızı fesinin olduğunu anlatır. Yine aynı şekilde Moltke'nin 21 Mayıs 1837 Kızanlık gezisi sırasında; şahsi verginin indirileceğini, angaryanın kaldırılacağını padişahın halka ilan etmesiyle beraber bu gezinin halkta iyi tesir bıraktığını müşahede etmişti86. Burada da görüldüğü gibi padişah giyim tarzıyla ve buna verdiği önemle birinci dereceden örnek olma yolunu deneyerek halkını etkilemeye çalışmıştır. Şumnu seyahatinde reaya ya hitap ederken "Siz Rumlar, siz Ermeniler, siz Yahudiler, hepiniz Müslümanlar gibi Allah 'ın kulu ve benim tebaamsınız: Dinleriniz başka başkadır, fakat hepiniz kanunun ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen vergileri ödeyin; bunların kullanılacakları maksatlar sizin emniyetiniz ve sizin refahınızdır" ifadesini kullanmıştır. Ve bunun sonunda Sultan reaya arasında kimsenin bir şikayeti olup olmadığını, kiliselerinin ihtiyacı bulunup bulunmadığını sorarak87 onlara karşı ilgisini göstermiştir. Böylece II. Mahmut, yaptığı bu seyahatler sayesinde halkla doğrudan ilişki kurmuş, yeni düzenin gerçekleşmesi için adeta kamuoyunu arkasına almak istemiştir. Hatta İstanbul'da tebdil gezmelerini de aynı şekilde değerlendirmek, yani halkla temasla birlikte, çıkartılan negatif dedikoduların merkezlerini kontrol altına almak amacına bağlamakta mümkündür

a.Yeniçeri Ocağının Kaldırılması (Vaka-i Hayriye )

Osmanlı Devleti, askeri teşkilatını oluştururken Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memlükler'den etkilendiği bilinmektedir. 1363 yılında Balkanlardaki gelişmeler doğrultusunda daimi yaya kuvvetinin bulundurulması icabetmiş, böylece acemi ocağı ile temel oluşturulmuştu. Hıristiyan esirlerle devşirmeler, Acemi Ocağına yetiştirildikten sonra maaş karşılığı ocağa alınırlardı89.Yeniçeri ocağı Orta Avrupa'nın düzenli ilk piyade ordusuydu90. Ocağın en büyük kumandanı olan yeniçeri ağasının başkanlığı altında çeşitli günlerde Ağa Divanı toplanır, burada ocağa ait meseleler görüşülürdü91. Ayrıca Kapıkulu Ocaklarının en meşhuru da bu sınıftı.

Osmanlı askeri teşkilatının bozulması nedenlerinin başında uygulana gelen kanunlara karşı kayıtsız kalınmasıdır. Yeniçeri ocağının usul ve kanunlara karşı zıt hareketleri ilk olarak II. Selim ve III. Murat devirlerinde görüldüğü ifade edilir. Ancak 1446 yıllarına bakıldığında, II. Murat'ın yerini Şehzade Mehmet'e bırakması yeniçerilerin Edirne'de isyanına sebebiyet vermişti. Vezir ve Beylerbeyi olan Hadım Şehabettin Paşayı öldürmeye kalkmışlardı. Olayın perde arkasında da iktidar mücadelesi veren Çandarlı Halil bulunmaktaydı. Şehabettin Paşanın zamanında Macaristan'daki yeniçerilerin yoldaşlarını tedbirsizlik yüzünden kırdırdığı yaygarasıyla ocak tahrik edildi. II. Mehmet'in saltanatının ilk yıllarında bu şekilde cereyan eden olay daha sonra yeniçerilerin istismarıyla değişik boyutlara ulaşmıştı92.Yeniçerilerin zaman içerisindeki yozlaşıp, ihtilallere neden olmasını Cevdet Paşa çeşitli başlıklar altında toplamıştır93.

7-   Devşirme usulü terkedilmiş, Hıristiyan çocukların yanında Müslüman Türklerden de yeniçerilere geçiş olmuştur.

8-  Evlenme yasağı olan yeniçerilerin bu engeli ortadan kaldırarak, kışlaların dışında kalmaya başlamalarıyla buraların bekârlara yurt edinmesidir.

9-   İlk başlarda yeniçeriler sayıca azdı. Zamanla bu sayı arttıkça artmış ulufelerini karşılamaya hazine yetersiz kalmıştır.

10-             Yeniçeri unvanı ile İstanbul'un " Eshab-ı hiref ve sanayi ve taşradaki güzide mekasip ve ticareti"; ellerine geçirerek esnaf kesesinden zengin olmaya başlayarak kendi işlerini unutmuşlardı.

11-             Ocakların ulufeleri halk arasında bir mal gibi alınıp satılmaya başlanmıştır. Hatta asker olmayanlara dahi ulufe verilmesi işin boyutunun ne kadar kaygı verici olduğunu göstermektedir.

Taşradaki bozulmalar da merkeze paralel olarak XVI. yy sonlarında başlamıştır. Tımarlara, rüşvet ve iltimasın karışması, dirliklerin layık olmayanlara verilmesi askeriyenin temel gücünün zayıflamasına, sayıca azalmalarına ve geri hizmetlerde kullanılmalarına neden olmuştur. Tımarlardan bedel-i tımar, adıyla vergi alınması95 gibi sebepler teşkilat içerisinde ferdi çekişmeler ile hoşnutsuzluklar kendini gösteriyordu. Gelişen bu olaylar neticesinde yeniçeriler, kendi başına buyruk hareketleriyle dikkat çeker.

Devlet otoritesi zamanla ocağa söz geçiremez duruma gelmiş ve kendi asli görevinin dışındaki her türlü işlerle uğraşmaya başlamıştır. Çeşitli bölgelerde soygunculuk, yağmacılık, adam kayırmacılık, rüşvet, baskınlar vb. kanunsuzlukla ilgilenir olmuşlardır. Hatta işi o derece abartmışlar ki, devlet bürokrasisine hükmetmeye kadar gitmişlerdir. Nitekim Hotin seferi sırasındaki yeniçerilerin disiplinsiz hareketleri Genç Osman'ı (II. Osman) çileden çıkartmıştı. Bunun üzerine padişah Anadolu ve Suriye'de kuvvetli bir ordu toplanması için buyruklar göndermişti. Kendisi de hac bahanesiyle bölgeye giderek, toplanan orduyla yeniçeri ocağına son verecekti. Fakat iş planladığı gibi gelişmeyerek Genç Osman'ın Yedikule'de boğularak katledilmesine kadar varacaktı ( 20 Mayıs 1622 ). Ayrıca III. Selim'le Alemdar Mustafa Paşayı zor durumda bırakan yeniçeriler her türlü disiplin sorumluluk ve görev hissinden uzaktılar. Küstahlık ve şımarıklık sınırsızdı . Artık halk nazarında yeniçerilere büyük kin ve nefret oluşmuştu. Sultan II. Mahmut tahta çıktıktan sonra, ıslahatçı kişiliğindeki en büyük hedef yeniçeri ocağını kaldırmaktı. III. Selim tahttan indirildikten sonra, oğlu gibi yetiştirdiği Sultan Mahmut'a telkinlerde bulunmuştu. Bu uyarıların en dikkate değeri modern bir ordu için çekirdek oluşturmak olacağını dile getirmişti. Bunun üzerine II. Mahmut devletin kilit noktalarına, yeniçeri ağalığına, kendi gibi düşünen kimseleri getirdi. Sultan Mahmut, III. Selim'in giriştiği yenilik hareketlerini ve sonuçlarını bilerek işe başlamıştı. Ancak yeniçeriler kendileri üzerine yapılacak reformist yaklaşıma karşın; ulema sınıfının ve cemiyetin desteğini aramaktaydı. Sultan Mahmut karşı hamlelerle, geleneklere ve törelere bağlılığını davranışlarıyla her fırsatta bizzat göstermekteydi. Bunun için camiler yaptırıyor, vakıflar kuruyor, medreselere önem vererek devamlılık düşüncesini sergiliyordu98. Hatta "Müsliminden bir kimse namaz vakti sokaklarda görülür ise, sebebi sual olunarak" gerekli cezalar verilecekti. Padişahın bu davranışı, kendisine karşı itham edilen Frenk taklitçisi imajını silmeye yönelikti. Bununla beraber yeniçerilerin içinde bulunduğu karmaşayı Yunan isyanı karşısındaki aciz durumlarını ifade etmekte de geri kalmıyordu.

II. Mahmut ocak meselesine köklü bir çözüm bulmak için 25 Mayıs 1825'te

Eşkinci Ocağı adıyla yeni bir askeri birliğin kurulduğunu bildirdi100. Her ortadan 150

kişi ayrılarak bu birlik oluşturulmuştu. Böylece ordunun yavaş yavaş bir nizam ve

talime alınması kararlaştırıldı. Bunda ocak ileri gelenleri de fikir birliği içindeydi.

Ancak aradan çok kısa bir süre geçmesiyle, ocak üyeleri son kez kazan kaldırdılar

"Biz talim etmeyüz, kadim usulümüzden şaşmayuz, destiye tüfek atar, keçeye kılıç çalaruz" diye bağırarak disiplini protesto ediyorlardı . Et meydanındaki savunma taktikleri bir kaç saat içerisinde hüsranlarıyla sonuçlandı. Neticede II. Mahmut bir Hatt-ı Hümayun yayınlayarak ocağın kaldırıldığını duyurdu. O günden sonra da bu olaya Vaka-i Hayriye ( Hayırlı Olay ) adı verildi. Osmanlı şairleri ve edebiyatçıları bu olay üzerine çok şeyler yazdılar. Bunlar içerisinde Keçeci Zade İzzet Mollanın sözleri dikkat çeker103

Tecemmu edüp meydan-ı lahme edip küfran-ı niçe bağı

Koyup kaldırmadan ikide bir de Kazan devrildi söndürdü ocağı

Ocağın kaldırılmasını müteakip Bektaşi tarikatının da işlevine son verildi. Bektaşiler yeniçeriler gibi yeniliklere düşmandı. Ayrıca isyanlarda da fikir ve işbirliği içindeydiler. Yine bunlarla beraber mehterde kaldırıldı105. Avrupai tarzda kurulan ordunun zayıf olan Osmanlı maliyesi için de ağır yükler getirmekteydi. Mahallinde kullanılan vergiler artık reformların getirdiği iktisadi yükten kurtulmak için harcanmaktaydı. Hatta vergilerin artırılma yoluna gidilerek yeni vergi kalemleri oluşturulacaktı. 1826'dan Tanzimat'a kadar geçen evrede pek çok yollara başvuruldu. Bunlara en güzel örnek Evkaf Nezareti'nin kurulması ve vakıf zenginliklerinin akılcı bir şekilde yapılan reformlara özelliklede askeri yeniliklere kaynak olarak kullanılmıştır. II. Mahmud döneminin vergi sistemi giderlerinin % 70'i modern ordu harcamalarına kullanılmaktaydı. rdu teşkil edildi. Tümen, tabur gibi bölümlere ayrıldı. Silahları temin edilerek batı tarzında şekillendirildi. Kıyafette de yeni düzenlemelere gidilerek görünüm itibariyle de yeni bir imaj, imitasyon veya reformlar süreci başlayacaktır.

Devlet Kurumlarında Islahat

II. Mahmut, ıslahat hareketlerine başlamadan evvel ilkin orduyu düzene sokmak istedi. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun dış ve iç güvenliği sarsılmış bulunuyordu. Sürekli toprak kayıpları, iç isyanları bastırmadaki yetersizlik, yeniçerilerin türlü vesilelerle isyan çıkartıp hükümetin işlerine karışmaları da göz önünde tutulunca; askerlik alanında yeni bir düzen kurmanın doğrudan doğruya imparatorluğun gidişatı ile ilgili büyük ölçüde bir hareket olduğu anlaşılır107. Neticede, 15 Haziran 1826'da yeniçerilerin ayaklanması bastırılarak ortadan kaldırılmıştı. Hiç şüphe yok ki, Sultan Mahmud'un yeniçerilere karşı kini, amcası

 

III. Selim' den dolayıdır . Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla birlikte, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla Avrupa usulünde bir askeri teşkilatın kurulması sağlandı. Asakir-i Mansure-i Muhammediyye, Prusya ordusundan Helmuth Von Moltke gibi uzmanlarca düzene sokulan bir ordu idi. Batı okullarına subaylar gönderen II. Mahmut aynı zamanda Jön-Türk hareketinin de temelini atıyordu. "Mekteb-i Ulum-ı Harbiye" ise Kara Harp okulunun temelini teşkil etmekteydi. Tıbbiyenin açılması da ordudaki teknik ve sistematik yenileşmenin yeni bir halkasıydı. Müsadere sisteminin kaldırılmasıyla bürokrasi düzenine getirdiği uygulama uzun bir mazisi olan Türk devlet töresinde görünen ilk en köklü değişikliklerdendir. Sadaret makamından yetkilerin kısıtlanmasıyla Dâhiliye, Hariciye, Harbiye vb. nazırlıklarının açılması bugün demokrat üniter devlet sisteminin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin monarşik yapılanması idi. Yeni ordu için 1826' da çıkarılan yönetmelikte askerlerin üniformalarının Avrupa stilinde ceket ve pantolondan ibaret olduğu belirtildi. Daha önce yardımcı birliklere Frenk giysisi giydirme teşebbüsü, 1807'deki ayaklanmayı başlatmış ve doğrudan doğruya III. Selim'in tahttan indirilmesine yol açmıştı. Bu kez muhalefete rağmen reform kabul edildi. Ve birlikler şubara, talim elbisesi, kısa tunik ve bir çuha yelek, sıkı şayak dizlikler ve potin ile donatıldı.

Devletin yükselişi sırasında büyük katkıları olan yeniçeri ocağının zaman içerisinde yozlaşması, yenilikler önünde büyük engel oluşturuyordu. Ocağın kaldırılmasıyla beraber, bunları kışkırtan ve harekete geçiren ilmiye zümresinin de nüfuzu kırılarak yok denecek dereceye kadar azaltılıyordu. Bunların bağımsız gelir kaynağına sahip olmaları bir yana, idam da edilemezlerdi. Bu iki unsur; halk için ulemayı, idarecilere karşı en önemli destekçi haline getiriyordu. Aynı durum; idareciler için ise devamlı bir tehdit demekti. Bunu üzerinde en çok hissedenlerden biriside II. Mahmut idi110. Bu gelişmeler üzerine vezirlik makamını sadaret makamına çeviren padişah, ulema sınıfının da idare üzerindeki nüfuzunu kırıyordu. Artık memlekette padişahın ıslahatlarına karşı çıkabilecek bir kuvvet kalmayacaktı. Kararlarını bağımsız bir şekilde verebilecekti.

II. Mahmut devri, Osmanlı devleti tarihi içerisinde ıslahatların yapıldığı, bir o kadar da içte ve dışta buhranların yaşandığı karmaşık bir dönemdir. Balkanlardaki milletler gelişen fikri akımlarla beraber, Rusya'nın da bölgede takip ettiği irredantist politikalarla, söz konusu coğrafyalarda hâkimiyet sağlamak istiyorlardı (Sırp, Yunan İsyanları vs.). Hicaz bölgesinde ortaya çıkan Vehhabilik, İslam birliği açısından parçalanma sinyalleri veriyordu. Rusya ile sıcak savaş sürekli kendini hissettirmekteydi. 1808'deki Erfurt Antlaşmasıyla Fransa'nın Rusya yanlısı tutum sergilemesi Osmanlıyı tedirgin ediyordu. İçerideki Kavalalı sorunu ise başlı başına bir meseleydi111. İşte Sultan Mahmut böyle buhranlar yaşandığı bir dönem içerisinde devletini garba yaklaştırmak düşüncesiyle sürekli yenilik peşindeydi. Ocağın kaldırılmasıyla da onun manevi desteğini sağlayan Bektaşi tarikatı yasaklı sayıldı. Yeni orduyla beraber personel yetersizliğini gidermek için Avrupa'ya silah tekniği ve askeri becerinin geliştirilmesi için adamlar gönderildi. Kurulan askeri tıbbiye ve harbiye mekteplerine Batıdan hocalar getirildi. Hatta askeri tıbbiyede derslerin Fransızca okutulması için uğraş verildi112.

Kabakçı isyanıyla kaldırılan çeşitli ülkelerdeki dış temsilcilikler tekrar yürürlüğe konuldu (1834 ). Takvim-i Vekayi adıyla ilk resmi gazete çıkartıldı (1831). Resmi gazetenin çıkartılmasıyla beraber Üsküdar'dan İzmit'e kadar ilk posta yolu hizmete konarak haberleşme ve ulaştırmada ilerlemeler kaydedildi. Ayrıca bulaşıcı hastalıkların önüne geçmek için karantina usulü kabul edildi. II. Mahmut saray geleneklerini terk ederek Avrupa usulünde hareket etmeye başladı. Sakalını kısa kestirerek, resmini devlet dairelerine astırdı. Muhtemelen, Avrupalı ressamların yaptığı portrelerden birisi, Mekteb-i Ulum-i Harbiye'nin açılışında asılı idi . Bab-ı Meşihatta alınan kararla, memurlara fes giymeyi zorunlu kıldı. Bizzat kendisi İstanbul'da teftişlere katıldı. Harbiye ve tıbbiyenin çeşitli imtihanlarında bulundu. Ayrıca devletin durumu hakkında fikir edinmek için Rumeli'de gezilere çıktı114. Merkez teşkilatında Sadaret Kethüdalığı yerine Umur-ı Mülkiye Nezareti, Reisülküttaplık yerine de Umur-ı Hariciye Nezareti kuruldu. Defterdarlığın yerine de Maliye Nezareti oluşturuldu. Sadrazama Başvekil, Defterdara Maliye Nazırı denildi. Ayrıca Evkaf Nezareti de oluşturuldu. Onun; Osmanlı kültür dünyasına sosyal açıdan etki edecek olan en büyük reform; tercüme odasının kuruluşudur. Yabancı dil öğretecek olan bu müessese; Müverrih Kemal (İbnü'l Emin), İbrahim Şinasi, Ahmet Mithat, Namık Kemal gibi Tanzimat aydınlarının yetişmesine uygun ortam hazırlayacaktır.

İdari ve hukuki bir danışma kurulu mahiyetinde 1837'de Meclis-i Valay-ı Ahkâm-ı Adliye meydana getirildi. 1836'da Meclis-i Dar-ı Şuray-ı Askeri, 1838'de ise ziraat, ticaret ve sanayi işleri için çeşitli meclisler oluşturuldu. İktisadi bağlamda, yabancı mamullere karşı yerli üretimler desteklendi. Himaye sistemi içerisine sığınarak kapitülasyonlardan faydalanmak isteyen yerli tacirleri takip ettirerek önlem aldırdı.

Sultan Mahmut'un devlet ve cemiyet bünyesindeki yaptığı yenilikler toplumun genelinde farklı tepkilerle, engellerle karşılaşmış hatta adı gâvur padişah ile isimlendirilmişti. Ama II. Mahmut'u devletin yıpranan kurumlarının yerine yenisini getirmekten, batı medeniyetine ulaşmak hırsından hiçbir güç uzaklaştıramadı. Bildiği doğruları sergilemekten kaçınmadı. Zaman zaman, yerli ve yabancı tarihçiler II. Mahmut, I. Petro ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile mukayese edilerek, benzeştirilmiş veya tenkit edilmiştir. Fakat devrin şartları ve tarihi zaruretler kıstas kabul edilmeyip hükme bağlanırsa yapılan tenkitler sınırlı kalır. Dolayısıyla Petro'nun Rusya'sı gelişmiş kurumlara sahip olmamakla beraber, Hıristiyan Avrupa'nın kurumlarını dini kültür kaynaşması içerisinde kabul ettirmesi pek güç olmamış olsa gerek. Kavalalı ise kendine engel olacak teşebbüslerden uzak kalmış, kendisini zayıflatacak, askeri, siyasi, dini ve idari bir sınıf mevcudu bulunmamaktaydı. Terazinin öbür kefesindeki padişaha baktığımızda köklü müesseselerle beraber, yeniliklere Frenk taklidi veya benzemesi gözü ile olumsuz yaklaşan bir cemiyet bulunmaktaydı. Yeniçeriler ve ulema yenilikler karşısında temel güçtü115. Padişah bu güçlere karşı yeterli bir beyin takımının ve kalifiye eleman sıkıntısına rağmen belirli ölçülerde bir atılım sergilemiştir.

Sultan II. Mahmut, devletin içte ve dışta karşılaştığı ciddi ve hayati tehlikelerle hiç yılmadan üzerlerine gitmiştir. Islahat etkinliklerinde yapılması gerekenler ne ise titizlikle yerine getirmeye çalıştı. Anadolu ve Rumeli vilayetlerin merkeze bağlanması sürecini tamamladıktan sonra ülke genelinde devlet otorite ve hâkimiyeti sağlanmış oldu. Uygulamalarında devlet-toplum ilişkilerini, düzenleyici yeni ve köklü bir değişim modeli yürüttü. Eğitim, sağlık, ekonomik, sosyal ve ekonomik alanlarındaki kurumlarda yeniliklere karşı toplumun çeşitli katmanlarından tepkiler gelse de sistemli bir şekilde bertaraf etmesini bilmiştir. Yenileşmeler zaman zaman yüzeysel boyutlarda kalsa da, II. Mahmut zamanı garplılaşma modelinde dikkatle incelenmesi ve araştırılması gereken bir dönemdir.

 
YAZARDAN  
  Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır. …sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. * *: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır. Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay. Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.







 
ZİYARETÇİ DEFTERİ  
 
 
İSTANBUL EFENDİSİ  
 




 
TARLA KUŞUYDU JULIET  
 



 
Bugün 50 ziyaretçi (59 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol