Osmanlı'da Çağdaşlaşma ve Taassup Çatışması / Murat Çulcu / Erciyaş Yay. III. Selim, IV Mustafa, II. Mahmut ve Alemdar Mustafa Paşa GeorgOğuiukyan'ın Ruznamesi - Ed. Fak. Bas. İst.
Alemdar Mustafa Paşa ismail Hakkı Uzunçarşıh TTK. 1942
18 Şubat 1807 günü on bir parça geminden oluşan İngiliz filosu Marmara'ya girip Topkapı sarayının karşısına demirleyince, Padişah dahil herkes büyük bir şaşkınlığa düştü. Ancak İstanbullulara böyle bir süpriz yapan İngiliz denizcileri herhangi bir çatışmaya meydan vermeden çekip gittiler. Bunun üzerine Padişah, görevini ihmal eden Boğaz sorumlularını cezalandırdıktan sonra, yeni tabyalar inşa ettirip savunma hatlarını güçlendirdi.
"Karadeniz Boğaz tabyalarının inşaatına sabık Rumeli reislerinden Mehmet Efendi, Anadolu ciheti tabyalarına da Sey- yid Mehmet Efendi nezaret ediyorlardı. Niyetleri bütün eski yamakları Nizam-ı Cedid'e katmak olduğundan onları alıştırmak ve intibak ettirmek üzere peyderpey yaptıkları yerlere şahane askeri yerleştirmeye başladılarsa da netice hayırlı olmadı ."
"Nizam-ı Cedid" ordusunun en belirgin özelliği kıyafetti. Nitekim Bostancıbaşı Padişaha, yamaklara yeni üniforma giydirmek konusunda "Yalnız üniformaları değil, ferman buyurursanız onlara şapka bile giydiririm." demişti.
III' üncü Selim bu cevaptan çok memnun olmuştu. Ancak Bostancıbaşı sözünde duramadı. Bostancıbaşı tarafından görevlendirilen Macar Kalesi Ağası Haseki Halil Ağa, 13 Mayıs günü yamakları toplayıp "Padişah üniformanızı değiştirmeniz için ferman, ayrıca da size bahşiş olarak altın göndermiştir" deyince yamaklar "Biz yeni bir şey bilmeyiz, nasıl gördükse öyle gideriz. Bahşiş de üniforma da sizin olsun" diye yanıtladılar. Ağa "Değil üniforma, şapka bile giydiririm" deyip elebaşıları öldürmeye teşebbüs edince, yamaklar onu kaçarken denizde yakalayıp katlettiler.
Böylece saraydan ve ulemadan destek gören yamaklar ayaklanmaya başladılar. Olaylar sırasında Kabakçı Mustafa başta olmak üzere Oduncu Süleyman, Bekir Çili, İbiş ve Memiş lider olarak sivrildiler.
Bunlar gayelerine varmak için bütün yamakları topladılar ve kararlarına sadık kalacaklarına dair onlara kılıç üzerine yemin ettirdiler.
Aldıkları kararlar şunlardı:
1-İş bitinceye kadar şarap içmemek.
2-Fakirfukaraya hiç bir zarar yapmamak.
3-Reayave yabancılara el kaldırmamak.
4-Bu kararlara karşı hareket edenleri param parça etmek.
5-EtMeydanı'na giderek Kur'an'a göre murafaa olmak.
En önemlisi de beşinci maddeydi. "Kuran'a göre murafaa olacak"; yani şeriat mahkemesi kuracak olan Kabakçılar bu mahkemede "çağdaşlaşmaktan" yana olan devlet adamlarını yargılayacaklardı.
Bu amaçla 1500 kişilik tabya askeri ellerinde bayraklar olduğu halde "Allah, din, Muhammed ve şeriat" uğruna imparatorluğun başkentini basmak ve "halifeye haddini bildirmek" üzere aşağıya indiler. Bunlara Tophane'nin askerleri de katılınca 8 bin isyancı Et Meydanı'nda bir kez daha kelle almak üzere toplandı.
III' üncü Selim sert ve kararlı davransa belki ayaklanmayı bastırabilirdi. Ancak Padişah'a her zaman doğruyu söyleyeceklerine söz veren saray ricalinin bir kısmı olayları gizleyince Padişah da dirayetli davranamadı.
Bunun üzerine isyancılar sözlerinde durdular ve Et Meydanı'nda şeriat mahkemesini kurdular. Ulemayı da Et Meyda- nı'na çağırdılar. Bu durum "Nizam-ı Cedid" çileri iyice sindirdi ve bozguna uğrattı.
Ulema da Et Meydanı'na gitti:
"Asiler onlara hitaben, Hani kitabınız? Açın bakalım şu yaptığınız haksızlıklar nerede yazılıdır. Sizde Allah korkusu kalmamıştı^ derler. Ulema, Padişah'tan Karakullukçu gelip 'Padişah iradesidir. Efendileri istiyorlar,' deyinceye kadar sözü uzatırlar. Fakat asiler derhal ayağa fırlayarak "Defo! buradan yoksa şimdi seni paralarız' deyince dehşet içine düşen Karakullukçu, önlerinde eğildikten sonra çekilip gider. Bundan sonra asilerin başı Şeyhülislam'a hitaben 'Biz niçin buraya geldik ve sizi niye çağırdık? Biz fenalık değil, adalet isteriz. Fenalık isteseydik başka türlü hareket eder hepinizi de hayret içinde bırakırdık. Biz adalet istiyoruz. Hakkımız yoksa ilamımızı, varsa fetvamızı ver' dedi."
Asi elebaşı devamla "İkincisi, Padişah yalan söylediği vakit Halifedir diye kendisine hak vermek doğru mudur? "diye sorunca Şeyhülislam" Hayır, zira yalan şeytana yaraşır" der ve "Onsekiz seneden beri çocuğu olmayan bir padişahı desteklemek ve emirlerine amin demek doğru mudur?" sualine de "hayır" cevabını verir.
Bu mahkemenin ardından asiler devlet adamlarının kellesini istiyorlardı. "Nizam-ı Cedid" kadrosunun öldürülmesinin, çağdaşlaşma hareketini de durduracağını sanan ulema ve asiler, adı geçen devlet adamlarını birer birer yakalayıp öldürmeye başladılar.
Padişah lll'üncü Selim, I' inci Abdülhamiî tarafından çok iyi eğitilmiş ve yetiştirilmişti. Olayların hızlanması ve kan dökülmeye başlanması üzerine asıl hedefin kendisi olduğunu anladı. Nitekim Cuma günü kendisini Selamlık merasimine davet eden Sekbanbaşı'na "Ben ne selamlığa çıkarım, ne de benim halkım vardır. Kavganın bana karşı olduğunu anladım" diyerek Padişahlıktan çekildi. IV' üncü Mustafa'yı da "Tahtınıza buyrun, zira kul beni istemiyor" diyerek kendi eliyle tahta oturttu.
O andan itibaren de devlet asilerin eline geçmiş oldu. O kadar ki....Çavuşları sekbanbaşı, çavuşbaşıları ise kaymakam yaptılar.
Bütün olan bitenin Şeyhülislam'ın (Ataullah Efendi) koltuğundan çıktığını anlayan Ocaklılar 1 Temmuz'da onu azlettirerek Samanzâde'yi yerine geçirdiler. Bunu haber alan asiler ertesi gün şehre inerek (artık tabyalarına çekilmiş, şehri oradan yönetiyorlardı) beğendikleri Şeyhülislam'! tekrar makamına getirdiler. Halk bu rezalete hayretle bakıyor, ekabir de, Ocaklıların kendilerini adam yerine koymayıp istediklerini yaptıklarından son derece sıkılıyordu. (
İşin ilginç tarafı, Kabakçs'nın asilerinden ulemanın da şikayete başlaması ve korkuya kapılmış olmasıydı. Onlar da gidişi iyi görmüyorlardı. Ama bir kez devlet yönetimi Et Mey- danı'na inmiş, şeriat ve din adına başlar ayak, ayaklar da baş olmuştu. Devlet "yeniden düzene" sokulmak istenirken İV' ün cü Mustafa, Şeyhülislam, ulema ve Kabakçı işbirliğiyle devlet olmaktan çıkmıştı.
Zira Devlet-i Ali Osman'ın yönetimini elinde bulunduran kişi... Yüzünde koca bir bıçak yarası izi, cahil, hiç gülmez, Rizeli, o tarafların giysisiyle dolaşır eski bir korsandı....{*)
Nitekim devletin düzeni de ister istemez Kabakçı Mustafa'nın kişiliğine dönmüştü.
Bu arada İstanbul'da hüküm süren anarşiye kadınlar da katılmaya başlamıştı. (Biraz da Fransız İhtilalini gerçekleştiren Parisli balıkçı kadınlara özenerek) Türk kadınları ellerinde sırıklar olduğu halde İstanbul Efendisi'nin konağına yürüdüler ve "Papaz herif, sen böyle mükellef taam eylerken, biz açlıktan ölüyor, bir ciğeri yirmibeş paraya yiyoruz" dediler. Kadınlar yolda Cuma Selamlığı için Bayezit Camii'ne giden Padişah'a da rastlayarak ellerindeki sırıklara geçirdikleri ciğer ve mumları sallayarak "Efendimiz, uyan ve bizi düşün. Pahalılığa dayanamıyoruz, aç kaldık" diye bağırıyorlardı.
Gerçi İstanbul'a egemen olan eşkıya Nizam-ı Cedid'i dağıtmış ve III' üncü Selim'i kafes arkasına itmişti ama, Tuna Vilayetinde Nizam-ı Cedid'i örgütlemek ve Selim'i yeniden tahta çıkarmak için gizli bir örgüt kurulmuştu. Liderliğini Silistre Valisi ve Tuna Vilayeti Seraskeri Ruscuklu Alemdar Mustafa Paşa'nın yaptığı bu örgütün diğer üyelerini Mustafa Refik, Mehmet Sait Galip, Abdullah Ramiz, Mehmet Tahsin ve Mehmet Emin Behiç Efendiler oluşturuyordu. Bu gizli örgüte ise (Rusçuk Yârânı) deniyordu.
Bu örgütün üyelerinden Alemdar Mustafa Paşa'yı sonuna kadar izleyen ve yanından hiç ayrılmayan Abdullah Ramiz ilmiye sınıfındandı. "Takati I¡saniyesi" ile ün yapmış olan Ramiz Efendi musahabeleriyle Alemdar Mustafa. Paşa'yı teşvik ve tahrik ediyor, bu konuda onu yine ilmiye sınıfından gelen Tahsin Efendi destekliyordu.
İstanbul'daki olaylar Tuna'da duyulunca Alemdar Mustafa Paşa ordusuyla Edirne'ye, oradan da İstanbul üzerine yürüdü.
Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan 1 Temmuz gecesi Alemdar Ordusu'ndan Vize Yârânı Hacı Ali Ağa Rumeli Feneri'ne giderek emrindeki kuvvetlerle Kabakçı Mustafa'yı bulup katletti.
6 Temmuz günü Alemdar ordusu Topkapı'dan İstanbul'a girdi.
6-Temmuz günü Şeyhülislam Ataullah Efendi azledilip yerine Arapzâde tayin edildi.
8-Temmuz günü "Mustafa Paşa benim öz ve seçkin bir vezirimdir. Bunu eskiden bilmiyor idiysem de kendisi gibi cesur, samimi bir adamım olmadığını şimdi iyice anladım" diyen IV' üncü Mustafa, Alemdar'ı Edirnekaps'dan Tuna'ya kadarki bölgelerin murahhas ve serdarı ilan etti.
16 Temmuz 1808 Perşembe sabahı 5-6 bin tüfekli adamla Bab-ı Ali'ye gelip arz odasına oturan Alemdar Mustafa Paşa Sadrazam'a ölametie getirdim ve ben de seni getirdim. Ver mührü çavuşbaşıya" dedi.
Niyeti ili' üncü Selim'i yeniden Padişah yapmaktı. Ancak mahbus Padişah'ın bundan haberi yoktu.
Ayrıca kimseyle görüşmek istemiyordu. Ancak onun tahta yeniden oturmasını istemeyenler, eli silahlı mabeyinci ağalar o sırada üzerine atılarak, beceriksizce ve hayli ıztırap vererek III' üncü Selim'i öldürmeye çalışıyorladı.
III' üncü Selim'in en büyük suçu, çağın bilgi ve teknolojisi ile donatılmış, eğitimli, disiplinli, düzenli ve güçlü bir ordu kurmak istemesiydi. Eğer böyle bir ordu kurulursa Osmanlılar doğu ve batıdaki düşmanları karşısında güçlenebilir, İslami- yetin, devletin ve milletin çıkarlarını daha güçlü bir biçimde savunabilirlerdi.
Ancak tutucu, dinine imanına bağlı, Et Meydanı'nda şeriat mahkemesi kurup kelle alacak kadar koyu Müslüman ağalar şimdi halife-i rüy-ı zemin hazretlerini, yani Padişahlarını boğarak öldürmeye çalışıyorlardı.
Yerde kıvranan biçare Padişah ise ağlayarak, "Vay halime!.. Devletimizin Avrupa devletlerine denk ilerlemesine o kadar çaba harcadığım için kötü adam oldum. Bütün gayretimin boşa çıkmasından sonra şimdi de beni merhametsizce öldürüyorlar. Yazık, ben neler düşünüyordum ve ne gayelerim vardı, fakat bu duygusuz millet beni bu hale soktu. Vay bana ki dünyadan mahrum kalıyorum" demiş ve büyük küçük orada bulunanların hepsini lanetlemişti?
Alemdar Mustafa Paşa arz odasında beklerken sarayın bir tarafında III' üncü Selim katlediliyor, diğer bir tarafta İV' üncü Mustafa, Alemdarın ordusuna karşı direnişi organize etmeye çalışıyordu. Ancak kısa sürede Alemdar Mustafa Paşa III' üncü Selim'in katledildiğini farkediyor o hırsla IV' üncü
Mustafa'yı tahttan indiriyor yerine I!' nci Mahmut'un tahta çıkarıyordu. II' nci Mahmud da onu Sadrazam yapıyordu.
III' üncü Selim'in katledilmesini hazmedemeyen ve çok sevdiği Padişah'ın öldürülmesine aşırı derecede hiddetlenen Alemdar Mustafa Paşa, sadareti sırasında tam bir temizliğe girişiyordu. İdam edilen, boğdurulan ve denize atılanlar arasında saray kızları ve kadınları bile vardı.
Alemdar, İstanbul'da huzuru bozan unsurları da ortadan kaldırıyor ve asayişi tam anlamıyla sağlıyordu. Mustafa Pa- şa'nın askerleri farklı giysileri ile kentte dolaşırken başıbozuklar ortalıktan çekiliyordu.
Sadrazam, hemen dikkatini Yeniçeriler üzerinde topladı. Onlara hayat hakkı tanımaya niyeti yoktu. Bu işi de bitirmek kararındaydı.
20 Eylül günü alınan bir kararla Yeniçeri ulufesinin yarısı kesildi. Ayrıca Yeniçeri ulûfesinin alım ve satımı da yasaklandı. Ancak bu karar tepki ile karşılandı. Aynı gün Üsküdar ve Levent Çiftliği kışlaları açılarak bu kez "Seymen" adi altında yeni asker kaydına başlandı.
Alemdar Mustafa Paşa ilk kez gizli bir örgüt kurarak, bir çeşit darbe yapmış ve bu darbenin askeri lideri olarak İstanbul'da yönetime tam anlamıyla el koymuştu. Zaten iri yapısı ve gür sesiyle çevresine korku salıyordu. Sadrazam her şeyi düzene koyduktan sonra, bütün Rumeli ve Anadolu Paşa ve ağalarını istanbul'a getirtti. Sonra bütün devlet ricali, ulema ve Ocaklıları karşısına alarak bir konuşma yaptı. Konuşmanın özü ordunun yenilenmesi İle ilgiliydi:
"Her devlet talim ve terbiyeli ordulara malik olduğu içindir
ki bu kadar büyük bir millet olan biz düşmana karşı daima yeniliyoruz. Bunun sebebi aşikar olarak talim ve terbiyeli ordumuz olmadığındandır. Öyle bir orduya sahip olsaydık bu sene içinde çok yer kazanmış olacaktık.
Böyle bir orduya sahip olmadığımız halde düşman yine de çokluğumuzdan dolayı bizden korkmaktadır. Demek oluyor ki dediğim gibi bir kuvvete malik olsaydık bu umumi harb esnasında biz de bir şeyler yapmış olurduk. Söylediğim askeri nizam, Nizam-ı Cedid namı ile Sultan Selim'in günlerinde kuruldu ise de, bu adı kabul etmediniz. Haşa ki ben de aynı adı kabul edeyim. Fakat devletimize talim ve terbiye lazımdır. Siz ne dersiniz?"
Kağıthane'de verilen bir ziyafet sırasında yapılan bu konuşma Anadolu paşaları ile yedi Ocak Ağaları tarafından onaylandı. Böylece hazır bulunanların hepsi yeni kurulan askeri örgütün adının "Seymen" (Segban) olması konusunda bir "ahitnâme" imzalayarak mühürleriyle onayladılar. Sonra tüm Ocaklıların katıldığı bir törenle Üsküdar kışlasına tuğ götürüldü ve Ocak "Seymen Ocağı" diye adlandırıldı. Ocağın yaygın adı "Sekbân-ı Cedîd" olarak günümüze kadar geldi.
Asker toplanıp eğitime başlanınca Yeniçeriler rahatsız oldular. Devletin, Seymen, Topçu ve Kalyoncu olarak yalnız üç sınıf tanıdığı, bunlara yazılmayan Yeniçerilerin kendi memleketlerine gitmeleri, satıcılık ve kayıkçıH ık yapamayacakları bildirildi. Fakat Yeniçeriler Sekban yazılmadılar. Varlıklı olanlar bir kenara çekildiler. Yeniçerilere kararlarını vermeleri için Bayram ayına kadar süre tanınmıştı. Bu nedenle de muhalif olan Yeniçeriler o zamana kadar harekete geçip Sadrazam'ı alaşağı etmek zorundaydılar.
Nitekim 2 Kasım gecesi - ki Kadir gecesiydi- Unkapa- nı'nda bir yangın çıkararak ayaklanmayı başlattılar. Paşa Kapısına giden Yeniçeriler burada Seymenierle çarpışmaya başladılar. Paşa Kapısı'nı yaktılar ve alevler gece 21' den sabaha kadar sürdü. Sabah enkaz arasında Alemdar Mustafa Paşa'nın cesedini ararken kuleden ateş açıldı. Bu da Sadra- zam'ın hayatta olduğunu gösteriyordu. Alemdar Mustafa Paşa bu kulenin altına bir "lağım" hazırlatmıştı. Ateş açıp Yeniçerileri kuleye çektikten sonra lağımı patlatarak kendisiyle beraber askeri de havaya uçurdu.
"Paşayı müşârünileyh bu dağdağada iken taşradan beş- yüzden mütecaviz erâzil, Paşa'yı merhumu idâm etmek kastiyle kulenin üzerine teraküm idüb kuleyi hadme sây ¡derlerdi. Sadrazam hazretleri de câriyeleri gönderdikten sonra bâki kuleyi muhkem bend idüb düşmana göz göre göre teslim olup zelîl ve sefîl ölmekten ise kendi kendine helâk etmek evlâdır deyû kule derûnunda mevcût olan bir varil baruta ateş virüp kulenin üzerine tecemmu iden beşyüzden mütecâviz eşkıya havaya peyvend birle helâk olub kendi dahi vefât eyledi.
Paşayı müşârünileyhin vefâtı Salı günü saat üçte (alaturka) vuku bulmuştur. Rahmetullahı aleyh."
Artık ulema iktidar hırsıyla eşkıyayı tahrik eden unsurlar ortalıktan çekilmişti. Şimdi ordunun içindeki çağdaşlaşma yanlılarıyla çıkarcı gruplar arasında bir "iç savaş" başlamıştı. Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümü çağdaşlaşma yanlısı grupları sindirmemiş, aksine şiddetli önlemler almaya sevketmiş- ti. Rusçuk yârânının önde gelenlerinden Kadı ve Kapudar Ramiz Mehmet Paşa'nın dirayetiyle alınan bu önlemler dört ana maddede toplanıyordu:
1 - Üsküdar'daki seymenleri saraya getirdiler.
9-Üsküdar Ağasını, oranın intizamını sağlaması ve kimseyi karşıya geçirmemesi için yerinde bıraktılar.
10-Çiftlikteki Ağa, İstanbul'a kimsenin geçirilmemesi için bir binbaşı, üçyüz atlı ve 2 bin kadar askerle Beşiktaş'tan Tophane'ye kadar olan yere nezârete memur edildi.
11-Yeniçerilere yardımcı olarak denizden geçeceklerin yolunu kesmek üzere Tersane'deki beylik gemileri dışarı çıkararak yah köşkünün önüne kadar sıraladılar.
Ancak bu önlemler oiumlu sonuç vermedi. 4 Kasım günü Yeniçeri - Sekban savaşı iyice şiddetlendi. İktidar hırsı ve dinci kesimlerin devleti ele geçirme girişimleri nihayet beklenen sonucu vermiş ve İstanbul sokakları birbirini öldüren Türklerin kanıyla ıslanıp, cesetleriyle dolmuştu.
"Bâb-ı hümâyûn'dan Ayasofya'ya ve Cebehâne'ye kadar olan yerler kana bulanmış, sokaklar cesetlerden geçilmez olmuştu."
Çarpışmalar sarayın içine de sıçramıştı. Bu arada II' nci Mahmut, hala iktidar hırsı ile yanıp tutuşan ve bu nedenle Yeniçerilere para yardımı bile yapan IV. Mustafa'yı boğarak öldürtüyordu. Böylece Yeniçerilerin önemli bir dayanağı da ortadan kaldırılmış oluyordu. Bu girişim ayrıca II'. Mahmut'un olaylar karşısında kendi inisiyatifi ile hareket etmesinin en belirgin örneğini oluşturuyor ve ardından bir dizi "şiddete dayalı" önlem alarak anarşiye "dur" diyordu.
Nitekim, Yeniçerilerin neden olduğu terörden gözü korkan halk, ulema ve devlet ricali II.Mahmut'un çevresinde toplanıyor böylece, aldığı gücü değerlendiren Sultan Mahmut, olaylara son veriyordu. Son vermekle de kalmıyor, Yeniçerileri önce İstanbul'dan uzaklaştırıp sonra da ortadan kaldırıyordu (Vakai Hayriye).
II. Mahmut dönemi tam bir "temizlik" dönemi sayılabilir. Zira geçmiş dönemde entrikaya, çirkin siyasete ve anarşiye bulaşan başta devlet ricali olmak üzere tüm sivri isimler ortadan kaldırılıyordu.
II. Mahmut, çağdaş yöntemlere ulaşmaktan çok, bu yoldaki engelleri kaldırmakla uğraşıyordu. Bu engellerin kalkması sonucunda, Sultan Abdülmecit, Tanzimat Fermanı'nı Büyük Reşit Paşa'ya okutabildi.
YAZARDAN
Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları…
Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır.
…sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. *
*: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır.
Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay.
Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.