.
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  SULTAN IV. MUSTAFA
  PADİŞAHLARIN EŞLERİ
  OSMANLI HANEDANI SOY AĞACI
  YENİÇERİ VE KAPIKULU SÜVARİLERİNİN İSYANLARINA İLİŞKİN BİR ANALİZ
  II.MAHMUD DÖNEMİ'NDE GİYİM KUŞAM
  II. MAHMUD
  OSMANLI KRONOLOJİSİ
  III. SELİM DEVRİNDE MUSÎKİ HAYATINDAN KESİTLER
  ALEKSANDER GREGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI
  KABAKÇI MUSTAFA AYAKLANMASI
  KİMİ UNVANLAR, TABİRLER
  OSMANLI'DA MÜZİK
  DEVLET TEŞKİLATI
  ISLAHATLAR
  SENED-İ İTTİFAK
  OSMANLI ARMASI
  İLBER ORTAYLI'DAN MAHMUD, SELİM, SADRAZAMLAR PADİŞAHLAR...
  ORDU
  II.MAHMUD'UN MÜZİSYENLİĞİ
  OSMANLI DEVLET TÖRENLERİNİN TOPKAPI SARAYI’NDAN DOLMABAHÇE SARAYI’NA İNTİKALİ
  AYAN
  BAB-I ALİ YANGINI VE ALEMDAR VAK'ASI
  SIR KÂTİPLİĞİ VE RUZNÂME
  III. SELİM'İN SEHİD EDİLMESİ
  27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR
  31 MART VAKASI
  TÜRK DARBELER TARİHİ
  KADIN HAYATINDAN AYRINTILAR
  ALEMDAR MUSTAFA PAŞA'NIN SADRAZAMLIĞI
  PAŞALIK MÜESSESESİ (avi)
  OSMANLI ORDUSU (video)
  HAREM (AVİ)
  OSMANLI PADİŞAHLARI (avi)
  BATILILAŞMA (avi)
  OSMANLI AİLESİ (avi)
  HUKUKSAL AÇIDAN SENED-İ İTTİFAK
  SENED-İ İTTİFAK YORUMU
  KİMİ MERASİMLER
  III. SELİM DÖNEMİ YENİLEŞME ÇABALARI
  HALININ TARİHİ
  19.yy'DAN BAŞLIKLAR
  SIRP İSYANI VE OSMANLI-RUS SAVAŞI
  III. SELİM DEVRİNDE NİZAM-I CEDİDİN ANADOLU'DA KARŞILAŞTIĞI ZORLUKLAR
  SENED-İ İTTİFAK'IN TAM METNİ
  SENED-İ İTTIFAK lLE MAGNA CARTA'NlN KARŞILAŞTIRILMASI
  FRANSIZ İNKILABI’NIN TÜRK MODERNLEŞME SÜRECİNE ETKİLERİ
  YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILIŞININ TAŞRADAKİ YANSIMASI
  TÜRK MODERNLEŞMESİNİN AMBİVALANT DOĞASI
  TÜRKİYE'DE BATILILAŞMA DEĞERLERİNİN ARAÇLAŞMASI
  OSMANLI YÖNETİCİLERİNDE ZİHNİYET DEĞİŞİMİ VE BATILILAŞMANIN BAŞLANGICI
  SARAY MÜZİĞİNDE YAYLI ÇALGILAR
  XIX.YY'DA İSTANBUL' DA SANAT VE MUSİKİ
  TOHUM VE TOPRAK YILLARINDA TÜRKİYE
  EDEBİYAT-TARİH-TİYATRO İLİŞKİSİ
  19.YY İLK YARISINDA KADIN GİYSİLERİ
  KEMAL TAHİR VE BATILILAŞMA
  TÜRKLERDE ÇERAĞ MUM VE ATEŞ
  ELEŞTİRİLER



  




																							
BAB-I ALİ YANGINI VE ALEMDAR VAK'ASI

BAB-I ALİ

           
XIX. yüzyıl başından başlayarak kullanılmış, Tanzimata kadar vezirlere ikametgah vazifesi de görmüştür. Tanzimatta sadece sadaret makamı olarak kalmıştır. Sultan II. Mahmut'a kadar "Babısafi" denilen bu yeri halk "Paşa kapısı" olarak diye bilirdi. Halk dilinde "kapı" daima hükümet anlamında kullanılmıştır. Babıali adı Sultan II. Mahmut zamanında yerleşmiştir. Sadrazam Derviş Paşa' ya verilen konak, onun ölümünden sonra sadrazamların oturdukları bina haline gelmiştir. Yeniçerilik kaldırıldıktan sonra sadrazamların oturdukları yer olmaktan çıkmış (1826) ve tamamen resmi bir daire niteliği kazanmıştır. 1850 - 1870 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu' nun yönetim merkezi haline gelmiştir. Devletin bütün siyasi ve yönetim işleri buradan yürütülmüştür.

 ÜÇÜNCÜ BAB-I ALİ YANGINI  ve ALEMDAR OLAYI

KAYNAK: HÜKÜMET KAPISI BÂB-I ÂLÎ / KURULUŞUNDAN CUMHURİYETE KADAR / M.NERMİ HASKAN-ÇELİK GÜLERSOY / Çelik Gülersoy Vakfı Yayını / İstanbul 2000

1755 tarihindeki yanışından elli iki yıl sonra o zamanki Bâb-ı Âlî de, 1808 yılın­da ve Alemdar Mustafa Paşa vak'asında, yanarak, tamamen yok olmuştur. Bu trajik olay, Hükümet Kapısının tarihinde bü­yük ve köklü bir yer tutar. Onun için onu biraz genişçe vermek gerekiyor.

III. Selim, tamamen bozulan ve nizam- intizam tanımayan Yeniçeriler'e karşı, "Ni-zam-ı Cedid" denilen bir askerî birlik kur­mak istemiş ve bunu da gerçekleştirmiştir. Fakat, yeniçeriler'in böyle bir reforma ta­hammül edemiyeceklerini bildiği için, bu talimli askeri Bostancı Ocağına bağlamıştı. Bu ocağın masraflarının karşılanması için, "İrâd-ı Cedid Defterdarlığı" tesis edildi ve başına, Sadaret Kethüdası Mustafa Reşid Efendi (ölm. 1234 M. 1819 Kabri Eyüp Türbesi arkası) getirildi. Nizâm-ı Cedid 13/Receb/1207 (24/Şubat/1793) tarihinde kuruldu ve 1794'de Levent Çiftliğinde, Nizâm-ı Cedid Kışlası yaptırıldı.

Bu teşkilât, Rumeli'den önce Anadolu'da kurulmuş ve Karaman Beylerbeyi Kadı Abdurrahman Paşa, Nizam Askeri'ni Ana­dolu'da önemli bir güç haline getirmişti. Bu ordunun Rumeli'de de kurulmak is­tenmesi, bazı kimseleri ve özellikle yeni­çerileri, tabiî memnun etmedi. Bu sırada Sadrâzam olan Hâfız ismail Paşa, bu işi beğenmemiş ve Veliahd Şehzade Mustafa ile gizlice anlaşarak, Rusçuk'taki âsi Âyan Tirsinikli Oğlu ismail Ağa'ya haber gönde­rip, karşı çıkmasını istemişti. Bu gizli an­laşmaya, Yeniçeri Ağası ile ilmîye ricali ve tutucu devlet adamları da girdiklerinden, durum vahim bir hal almıştı.

. Bu sırada Tirsinikli Oğlu, evinin bahçe­sinde öldürülmüş ve yerine Alemdar Mus­tafa Paşa, Rusçuk Âyâm (Beyi) olmuştur. 14/Kasım-1806 tarihinde, Sultan Selim, Hâfız ismail Paşa'yı azl ederek yerine, çok zayıf ve uzun boylu olduğu için, "Keçi­boynuzu" lakabıyla anılan İbrahim Hilmi Paşa'yı getirdi.

Fakat bu yeni nizamı hazmedemiyen ve Sadrâzam olma arzusuyla yanan, Sadaret Kaimmakamı ve İstanbul Muhafızı Selâ­nikli Musa Paşa, Şeyhülislam Topal Ataul- lah Efendi ile anlaşarak, Sultan Selim'i tahttan indirmeye karar verdiler.

25/Mayıs/1807 tarihinde bunların kış­kırtması ile beş bin kadar yeniçeri yamak­ları, Kastamonulu Kabakçı Mustafa'nın re­isliğinde birleşerek ayaklandılar. Bu sıra­da, Veliahd Mustafa ile de, iş birliği yapı­yorlardı. Âsilerin, Rumelikavağı'ndan ge­lerek, İstanbul'a geçmeleri ve yeniçerilerle birleşmeleri, Sultan Selim'in, 21/Rebiyü- lavvel/1222 (29/Mayıs/1807) de, tahtan indirilmesine yol açtı.

Sultan Selim'in yerine geçirilen IV. Mus­tafa, Keçiboynuzu İbrahim Hilmi Paşa'yı azletmiş ve sadaret mevkiine, Akdeniz Bo­ğazı Seraskeri Çelebi Mustafa Paşa'yı getir­miştir. Sadrâzam olmayı bekliyen Alem­dar Mustafa Paşa'nın, bunun üzerine, III. Selim'i tahta geçirmek üzere istanbul'a yü­rüdüğü rivayet edilir.

Fakat Paşa bunu herkesten gizlemeyi ba­şarmıştı, ve zorbaların tahakkümünden ve Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin diktatör­lüğünden bîzar olmuş olan Sultan Musta­fa da, Alemdar yanlısı Baş-Çuhadar Gürcü Fettah ile Zenci Hazine Vekili Nezir Ağalar’ın sözlerine inanmıştı. Sözde, Alemdar Mustafa Paşa, zorbaları öldürecek ve Ata­ullah Efendi'yi de görevden uzaklaştıra­caktı. Bunlara bu telkini yapan, o sırada, Alemdar'ın yanından ayrılarak İstanbul'a gelen ve bu kişilerle temas ve onları razı eden, Refik ve Behiç Efendiler'di. Bu efen­diler, ,gayet zeki ve dirayetli kimselerdi. Alemdar'ın yanında bunlardan başka, Baş- Muhasebeci Abdullah Râmiz ve Reis'ül- küttab Mehmed Said Efendiler bulunu­yordu.

Edirne'de, Sadrâzam Çelebi Mustafa Pa­şa ile görüşen Alemdar Mustafa Paşa, onu da kendi tarafına çektikten sonra, (19/Temmuz/1808) tarihinde İstanbul önüne gelmiş ve bugün de mevcut olan, İncirli Çiftliği'nde, Şeyhülislâm ve devlet erkânı tarafından karşılanmıştır. Bu sırada hiç bir şeyden haberi olmayan Sultan Mustafa da yanında Sancak-ı Şerif olduğu

halde, İncirli ile Davutpaşa Sahrası arasın­daki Kırk Kavak Mevkii'nde Alemdar ile karşılaşmıştır.

Daha önceden verilen emir üzerine, Pınarhisar Âyâm Hacı Ali Ağa, Karadeniz Boğazı'ndaki Rumelifeneri'nde bulunan, ve Sultan Selim'in halline sebep olan Ka­bakçı Mustafa'yı zifaf gecesinde bastırıp öldürtmüş ve kesilen başı, Çorlu'ya gelmiş olan orduya gönderilmiştir.

Ordu İncirli Çiftliğinden Sancak-ı Şerif ile, Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa da alay ile İstanbul'a girmiş ve doğruca Saraya gi­dip, Sancak-ı Şerifi Padişah'a teslim ettik­ten sonra, Bâb-ı Âlî'ye gelmiştir.

Alemdar Mustafa Paşa iki gece Çırpı- cı'daki ordugâhında kaldıktan sonra 21/Temmuz/1808 tarihinde, bin kadar as­ker ve maiyeti ile Bâb-ı Âlî'ye gelip Sadrâ­zam ile görüştü ve oradan Kapı kethüdası Mustafa Refik Efendi'nin konağına gide­rek, geceyi orada geçirdi.

Bu görüşme sırasında Şeyhülislâm Ata­ullah Efendi'nin azli kararlaştırıldı ve yerine Arap-Zâde Ârif Efendi münasip gö­rüldü.

Bu esnada, zorbalarla ilişkisi bulunan Kaptan-ı Deryâ Şeydi Ali Paşa'nın azli ko­nusunda Sadrâzam ve Saray ile arası açı­lan Alemdar Mustafa Paşa, 28/Tem- muz/1808 tarihinde, henüz alaca karan­lıkken, on beş binin üzerindeki askeriyle Silivri ve Belgrad Kapıları'ndan İstanbul’a girdi.

Bayezid Meydanı'na gelen asker, iki kola ayrılarak Bâb-ı Âlî üzerine yürüdü. Bütün yollar, Alemdar'm Kırcali denilen Rumeli kuvvetlerince tutuldu.

Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa, henüz harem dairesinden çıkmamıştı. Bâb-ı Âlî'nin sarıldığı haberi verilince, acele Çavuşbaşı Dairesi'ne ve oradan da Selâmlık tarafına geçip, Arz Odası'nda oturdu. Bu sırada Bâb-ı Âlî'yi açtıran Alemdar,yanın­daki bir kaç silahşor ile, Arz Odası'na gi­rip:

"Bre herif! Mühr-ü Hümayun'u ver!" di­ye bağırınca, Sadrâzam, koynunda taşıdığı mühür kesesini Alemdar'a uzattı. O da, yanında bulunan Refik Efendi'nin işaretiy­le keseyi Çavuşbaşı Tahsin Efendi'ye ver­di. Sadr-ı Âzam, nezaret altında, Alemdar'ın Çırpıcı'daki ordusuna götürülüp, bir çadırda muhafaza altına alındı.

Alemdar Mustafa Paşa'nın, Sultan Selim'i tahta çıkarmak istediğini, gerek Sadrâzam'a ve gerekse Yeniçeri Ağası'na bil­dirdiği ve Sadrâzam faaliyete geçmediği için, Bâb-ı Âlî baskınını gerçekleştirdiği, hatta, bunu duyduğu gece, korku ve deh­şet içinde kalan Yeniçeri Ağası'nın, nüzül isabetiyle vefat ettiği söylenir.

Sadrâzam'dan mühür aldıktan sonra Ramiz Efendi'nin tavsiyesiyle, Şeyhülislam Arap-Zâde Arif Efendi ve Anadolu ve Ru­meli Kadıaskerleri, Bâb-ı Âlî'ye davet edil­di. Bunlar oraya gelince Alemdar Mustafa Paşa:

"Din-ü devlete ait görülecek işler oldu­ğundan Saray'a gitmek lazımdır!" diyerek kalktı ve yürüdü. Şeyhülislâm Ârif Efen­di, nazik bir zat olduğundan ve Sadrâzam'ın tutuklu olarak Alemdar'm karargâ­hına gönderilmesinden ve Bab-ı Ali'deki silahlı ağa ve sekbanlardan korkarak dal­gın bulunduğu sırada, Alemdar'ın "gide­lim" dediğini duymayarak, ağır davran­mıştı. Onun bu hareketinden canı sıkılan Alemdar, kızgınlıkla:

"Arap-oğlu musun, nesin? Kalk diyo­rum!" diye bağırınca, Şeyhülislâm da Saraya gi­denler arasına katıldı.

Heyet ve asker, Bâb-ı Âlî'den çıkıp, bu­gün Gülhane Parkı Kapısı denilen, eski Soğukçeşme Kapısı'ndan Saray avlusuna girip, oradan Darphâne yanındaki yokuş­tan, Orta Kapı'ya ve buradan da Bab'üs- Sa'âde önüne gelmişti. Fakat bu kapı ka­palı idi. Alemdar, Kızlar Ağası Mercan Ağa ile Silahdar Ahmed Bey'i yanma davet ederek:

"A be Ağa! Dâvetliler, Rumeli Ağaları, Anadolu hanedânları, Sultan Selim Efen­dimizin tekrar cülûsunu istiyorlar. Buraya onun için geldik. Tiz, var Sultan Selim Efendimizi çıkar!"

dedikten sonra, Şeyhülislâm'a dönerek:

"Haydi Efendi, sen de var, Sultan Musta­fa'ya anlat!"diye ikisini birden içeri gön­derdi ve kendisi de orada, kapıya yakın ve bugün de mevcut olan servi ağacının dibi­ne oturdu.

Bu sırada tahta aday kendisinden başka bir kimsenin kalmaması için Sultan IV. Mustafa, Sultan Selim ile Şehzâde Mah- mud'un öldürülmelerini emretti. Sultan Selim şehid edildi. Fakat, genç Mahmud, Lâla Anber Ağanın, ikinci Lâla Isâ Ağanın ve Cevrî Hatun'un gayretleriyle ölümden kurtuldu ve tahta cülûs etti.

Bunlar, Topkapı Sarayı tarihini yazarken ayrıntıya girilecek olaylar olduğu için, kı­sa geçiyoruz. Alemdar Mustafa Paşa da, 4/ Cemaziyelâhir / 1223 (28/Temmuz/1808) tarihinde Sadrâzam oldu. (61)

Aradan sadece dörtbuçuk ay geçtikten sonra, tarihteki meşhur "Alemdar Vak'ası" denilen Yeniçeri isyanı baş gösterdi ve Pa­şa şehid edildi. Bu isyanın ana sebebi, 23/Şaban-1223 (14/Ekim/1808) tarihinde Segbân-ı Cedid ismiyle, Nizam-ı Cedidin yeniden kurulması ve bu suretle Yeniçeri Ocağı'nm ortadan kaldırılacağına inanıl­masıdır.. Ancak anlaşılan, ortaya hiç değil­se vesile ve bahaneler de çıkmış: Alemda­rın da kısa sürede zenginleşmesi ve sefa­hate dalması gibi! Onu uyarmak için, Bâb- ı Âlî duvarlarına -herhalde Osmanlı- tari­hinde ilk kez olmak üzere- politik propa­ganda araçları olarak yaftalar yapıştırılmış: "Rumeliden geldi bir çıtak, Bayram ertesi ya kılıç oynayacak, ya bıçak!" Bu ilginç ve tehlike işaretçisi yazıların, Paşayı gaflet uykusundan uyandırmadığı, kesindir. Ak­si halde, o kadar gaafil avlanmazdı.

Yeniçeriler, 25/26 Ramazan 1223 (14/15 Kasım 1808) tarihinde, Alemdar'm ha- remli ve selamlı yerleşmiş olduğu Bâb-ı Âlî'yi kuşattılar. Bunun için, Sultan IV. Mustafa'nın annesi Ayşe Sîneperver Kadın (ölm. Eyüp 1828) ile Sultan Mustafa'yı çok seven kız kardeşi Esmâ Sultan, (ölm. 1848 Sultan Mahmud Türbesi) gizlice çok faaliyet göstermişler ve yeniçerilerle bü­tün gayrı-memnunları elde etmişlerdi. Alemdar'm diktatörlüğünden korkan genç Sultan II. Mahmud da, bu gizli faaliyeti duyuyor, fakat ses çıkarmıyordu. Alemdar ve yanındakilerin hediye, rüşvet ve sefahat ile halkın diline düşmeleri, bu faaliyetleri daha da kolaylaştırıyordu.

Kadir gecesi olan pazartesi gecesi, Yeni­çeriler, Unkapanı Meydam'nda bir yangın çıkardılar. Yangın Köşkü'nden, Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa'ya haber verilince, Ağa, mutadı üzere atma binerek yangın yerine gitti. Yeniçeriler Ağa'yı görünce yolunu keserek, azgınca bir davranışla:

"Başını kurtarmak istersen, önümüze düş! Biz Paşakapısı'm basmağa gidip, Sad- râzam'ı paralayacağız!"

dediler. Bunun üzerine hep beraber Ağa- kapısı'na gittiler. Fakat, Mimar Sinan Tür­besi önünde Ağa'nın üzerine atılarak öl­

dürdüler.

Buradan Bâb-ı Âlî'ye gelen Yeniçeriler, Paşa'nın Seymenler'i ile döğüşmeye başla­dılar. Bir saat süren şiddetli çarpışmada, kendilerinden bir çoğunun öldüğünü gö­ren, dört yüz kadar yeniçeri, Alay Köşkü karşısındaki büyük kapı yanındaki Kethü­da Dairesi'nin cumbası altına ve bu cum­bayı taşıyan iki ahşap sütun arasına ot yı­ğıp yangın çıkardıktan sonra kurşun at­maya başlamışlardır. Bu sırada gerek Pa­şa'nın yanında ve gerekse şehirde pek az asker vardı.

Alemdar Mustafa Paşa, olay gecesi, uy­kudan kalkarak durumdan haberdar ol­muş, hemen Harem Dairesi'nden Selamlık kısmına geçmek istemiş, fakat, yangın ve duman sebebiyle Zülvecheyn denilen ve harem ile selamlık dairelerinin birleştiği olan kısımdan ileri gidememiş ve derhal Tomruk Meydanı'na inerek, imdat için, Paşakapısı'ndaki büyük davulları çaldıra­rak Saray'dan yardım istemişti. Fakat bu yardım hiç bir şekilde gelmemiştir.

Alemdar Paşa, sevgili haremi Kamertab Hatun'u Seymenleri'nin eliyle kaçırdıktan sonra, bir kaç adamı ve 56 cariyesiyle, Ha­rem Dairesi'nin içine yaptırdığı ve en gü­venli yer zannettiği kuleye kapandı. Eski­den de mevcut olan bu kuleyi Paşa, tamir ettirmiş ve bu sâyede, Topkapı Sarayı'nda- ki kule gibi, yüksek Bâb-ı Âlî duvarlarının dışını görme imkânı bulmuştu. Bu kule­nin yanma da, içinde bir dehliz bulunan bir mahzen yaptırmıştı.

26 Ramazan 1223 (15 Kasım 1808)'de ikindi vaktine kadar savunmada kaldıktan sonra beklediği imdadın gelmediğini gö­ren Alemdar, vaktiyle mensub olduğu 42. Bölük Odabaşısı'nı çağırtıp, cariyelerini ocağın namusuna tevdi etti. Yalnız en çok sevdiği baş cariyesiyle, sadık harem ağası, kendisinden ayrılmayarak, ölümü seçmiş­lerdir.

Bâb-ı. Âlî binaları tamamen yandıktan sonra, yeniçeriler önce, Paşa'nın yandığını sanarak cesedini aramaya başladılar. Fakat kule dedikleri yerden tüfek atıldığı ve isabet edenin öldüğü görülünce, Paşa'nın sağ olup Kulede bulunduğu anlaşıldı. Kendileri de karşılık verdi iseler de, çok zayiat verdiler. Top getiren Yeniçeriler, kuleyi topa tuttular. Bunun üzerine birin­ci mahzene çekilen Alemdar, onların mahzen üzerine geldiklerini ve kazmalar­la tonosu delmeğe çalıştıklarını anlayınca, önceden koydurduğu büyük barut fıçısı­na, ikinci mahzenin kapısı aralığından ateş etmiş ve müthiş patlama sonunda 500 (veya 800) yeniçeri, bir anda havaya uçmuştur.

İki gün sonra, Lâğımcılar mahzene gir­meğe çalışmışlar, önce bir demir kapıya rastlamışlardır. Buradan içeri girdiklerin­de, biraz ileride ikinci bir demir kapının bulunduğunu görmüşlerdir. Demir kapıyı açtıktan ve yer altına rastlayan mahzende bir kaç adım yürüdükten sonra, hiç bo­zulmamış üç adet cesede tesadüf etmişler­dir. Bunlar dumandan boğularak vefat eden,Alemdar Mustafa Paşa'nın, onun baş kadınının ve Hadım Ağa'nın cesetleri idi. Yanlarında, altınla dolu keseler ile, küçük mücevher sandıkları bulunuyordu.

Cesedinde bir değişiklik olmayan Alemdar'ın koynundaki saat bile çalışır vaziyet­te idi. Koynundan çıkan Mühr-ü Hüma­yun ile bir kese mücevher, Padişaha gön­derilmiş, fakat mahzende bulunan altın­larla diğer mücevherler, yağmalanmıştır.

Alemdar Mustafa Paşa gibi, bir yiğit ve kahraman insanı, bacağına ip takarak, sürükleye-sürükleye, Aksaray'daki Et Meydanı'na götürdüler. Meydandaki bir dut ağacına çırılçıplak olduğu halde, baş aşağı astılar ve ağzına da bir tütün çubuğa sok­tular. Bu vaziyette üç gün bıraktıktan son­ra, Yedikule dışında bir hendeğe veya  bir kuyuya attılar.

Burada yirmi yıla yakın duran iskeleti. Sultan II. Mahmud'un, 1826 tarihinde Ye­niçeri Ocağı'nı kaldırması üzerine, Sadrâ­zam Benderli Selim Paşa'nın emriyle çıka­rılmış ve Yedikule Suru yanına defnedilip, kabrine bir de taş dikilmiştir.

Kabir, Yedikule Mezarlığı'na girilince, etrafı büyük taşlarla örülmüş münferit ve yüksek bir set üzerinde olup, yanında Tahsin Efendi'nin taşı bulunuyordu.

Burada bu iki zattan başka, Alemdar'ın Başağı'sı olan, onunla beraber vefat eden Selim Ağa ile, Tahsin Efendi'nin adamla­rından Ebûbekir Ağa'nın kabirleri mev­cuttur ve taşları vardır.

1908 tarihinde, II. Meşrutiyet'in ilanın­dan hemen sonra, bu "şâhideler" yerlerin­den alınarak, Gülhane Parkı Kapısı karşı­sındaki Zeynep Sultan Cami'i hazîresine ve Sultan I. Abdülhamid Sebili'nin arkası­na nakledilmiştir.

Alemdar Paşa'nın muhteşem lâhdi, kal­lâvi kavukludur. Baş taşının iç yüzünde, on sekiz mısralı bir kitabesi vardır ki, ilk defa yeni harflerle burada yayınlanmakta­dır. Kitabe şudur:

Sadr-ı esbak Mustafa Paşa-yı erbâb-ı fatin

Ta'mei seyf eylemişdi, dehre vermişken nizâm

Etmedi hürmet o zalimler, sadaret
Nâse vacibken, Vekil-i Pâdişâha ihtiram

Pâre-pâre eyleyüb cismin, o bed ef’aller,

Atdılar bir çâh-ı baltala birkaç izâm

Eylemişken vak’ai mevti yiğirmi yıl mürûr

Olmamışdı hayyiz imkânda ta'yin-i makâm

Şimdi Hakk mansûr idüb Sadr-r Selim'ül- hilkati

Eyledi ol zümreden seyf ile, ahz-ı intikam

Eyleyüb tebyin o destûr-ı şehidin kabrini

Nâmın ibkâ ile kıldı kendisi ibka-yı nâm

Dikti tâş menziline merdâneniye şübhesiz

Hayr ile mezkûr efvâh oldu tâ rûz-ı kıyâm

Âsaf-ı devrâne ihsân eyleyüb ömr-ü tavil

Eylesün sâhib-i mezârı mağfiret, Rabb-ı enâm

İzzet ol demde dimişdim, rıhleti târihini: "Mustafa, Paşa şehiden eyledi adni ma­kam"

1223

Kitabe yazarı, şair İzzet Mehmed Bey, Bâb-ı Âlî'de yetişmiş ve 1224 şabanında (Eylül 1809) vefat etmiştir. Kabri, Üskü­dar'da Ayrılık Çeşmesi mezarlığındadır.

Alemdar'ın kabrini naklettiren ve lahdini yaptıran Sadrâzam Selim Paşa, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasında büyük gayret göstermiştir. 1247 Recebinde (Aralık 1831) Şam Valisi iken, konağının yangı­nında vefat etti. Üsküdar'da, Karacaahmed Mezarlığı'nda, 10. Ada'da namına bir makam taşı dikilmiştir.

Alemdar'ın "işini bitiren" azgın yeniçeri­ler, Topkapı Sarayı’na da saldırmışlardı. Bunun için görünürde bir bahaneleri var­dı: Alemdar'ı yalnız bırakan sekban birlik­leri Saray'a yardıma koşmuşlardı! II.Mah­mut, bir önlem olarak, eski padişah Mustafa'yı boğdurdu. Bu, yeniçerileri daha da azdırdı. Saray suru önünde ve çevrede, as­ker ve isyancılar birbirine girdiler. Bir kı­sım âsiler ise, Bâb-ı Âlî'de kalmış, sağda- solda kazılar yaparak, hazineler aramak­taydılar.

Sonunda Sultan Mahmud, deniz kuvvet­lerine, eşkiyanın ocağına gemilerden ateş açılması için emir verdi. Sekban ve eşkiya Divanyolu'nda çarpışırken, Unkapanı önünde demirli olan gemilerden, Mimar Sinan Sebili karşısındaki, Ağa Kapısı üze­rine ateş açıldı. Atılan güllelerin bazısı ev­lere de zarar veriyordu. Bir gülle, Süleymaniye Caminin bir minaresini yaraladı. Şehirde korkunç bir sokak muharebesi hüküm sürüyordu.

Alemdar vak'ası'nda tamamen yok olan Bâb-ı Âlî, bir yıl kadar arsa halinde kaldıktan sonra, Bin iki yüz yirmi beş muharreminin onuncu günü ( 15/Şubat/l810), Ser Müneccim Rakım Efendi'nin belirttiği "vakt-i mes'udda vaz-ı esâs-ı resmî icra edilerek" temel atma merasimi yapılmış ve 1082 kese sarf edilerek, Hâcegân'dan Hü­seyin Ferruh Efendi'nin emanet ve nezaretiyle, yeniden inşa edilmiştir.

Cevdet Paşa, ünlü tarihinde diyor ki; "Alemdar Paşa vakasında yanan Bâb-ı Âlî Binası'nın yerine bir yenisi yapılması gere­kiyordu. Mühendis ve mimarlar tarafın­dan yapılan keşfe göre, 1800-2000 kese arasında bir masrafla yaptırılabileceği meydana çıktı. Muharremin onunda Hacegân-ı Divân-ı Hümayun'dan Hüseyin Efen­di, bina eminliğine tayin olundu. Bu yılın içinde tamamlanıp, 1 O/Zilhicce cuma günü (6/ocak/1810) taşınıldı.

Şânîzâde de, Tarihinde, çocuk yaştaki II. Mahmud'un tahta çıkışının daha ikinci yı­lından itibaren, şehrin imarına geçilmesini emrettiğini kaydedip, şu ifadeyi kullanı­yor: "Bâb-ı Âlî arsasının da, kalb-i arif gi­bi viran kalması, mâil-i imar olan tab-ı hazret-i şehriyârî'ye nâmuvafık idi".

Yanan Bâb-ı Âlî yapılıncaya kadar işlere bakılmak üzere, Mürekkeptiler Kapısı karşısında esbak Valide Sultan Kethüdası Yusuf Ağa'nın konağının muvakkaten Bâb-ı Âsâfî olarak kullanılmasına karar ve­rildi. Hemen Bayram günü temizlik ve in­tizam yapılıp bazı kalemlerle Kaymakam Paşa oraya naklolundu. O gün Köse Ket­hüda diye tanınan Çelebi Mustafa Reşid Efendi de, Sadr-ı Ali Kethüdası oldu."

Bayezid'te, Mürekkepçiler Kapısı karşı­sındaki bu konak, sonradan, Sadrâzam Yusuf Kâmil Paşa'nın malı olmuştur. Şim­di yerinde Edebiyat Fakültesi binaların­dan biri bulunmaktadır. Mürekkepçiler Kapısı ise, Bayezid Medresesi'ni çeviren avlu duvarı üzerindeki kapılardan birinin adı idi.

 

 

 

 

 

 

YAZARDAN  
  Hiçbir oyunumda tarihten yola çıkmadım ben. Günümüzden yola çıktım. Günümüz olaylarıyla, kişileriyle, sorunlarıyla bir çağrışım uyandırdığı anda tarihe yöneldim. (…) Benim zaman içindeki çevrem, Kanuni Sultan Süleymanlara, simavnalı Şeyh Bedrettinlere, Gılgameşlere dek uzanıyordu. Ama insan aynı insandı. Onların kaygıları, düşünceleri, sorunları, yazgıları… Çok yanlış olarak tarihsel konulu oyunlar tarihle karıştırılır. Oysa tarih şaşmaz biçimde nesnel, oyun şaşmaz biçimde özneldir. Bir oyun yazarıyla, bir tarihçinin olaylara bakış açıları başkadır, yöntemleri başkadır. Amaçları başkadır. Başka başka bireşimlere gitmeleri doğaldır, olağandır, hatta kaçınılmazdır. …sanatçı bir şeyleri çözümlemek için yazmaz. (…) Sanatçı sergiler, düşündürür, yorumlamayı da seyir işine ya da okuyucusuna bırakır. Doğru çözüm sonradan doğru yorumlayanlardan gelir. * *: Orhan Asena’nın söyleşi ve yazılarından alıntılanmıştır. Kaynak: Nutku, Hülya-CUMHURİYETİN 75. YILINDA BİR YAZAR: ORHAN ASENA-T.C Kültür Bakanlığı Yay. Haz: Andaç, Feridun-AYDINLANMANIN IŞIĞINDA SANAT İNSANLARIMIZ IV- Papirüs Yay.







 
ZİYARETÇİ DEFTERİ  
 
 
İSTANBUL EFENDİSİ  
 




 
TARLA KUŞUYDU JULIET  
 



 
Bugün 34 ziyaretçi (45 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol